20 Temmuz 2013 Cumartesi

Kuzey Avrupa da Türkler

                        KUZEY AVRUPA DA TÜRKLER

    Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, İTÜ - Türk Dili Araştırmacısı

21. Yüzyılda Avrupa kapısında bekleyen Türkiye’nin Avrupalı olup olmadığı tartışılırken, gerçek olan şudur ki acaba Avrupalılar Türk soylu değil midir ?. Latin, Roma,Yunan, Girit gibi çekirdek Akdeniz uygarlıkları, Erken Türkler olan Sümerlerin Arap Sami soyunun saldırıp yok edilmesiyle Avrupa’ya göçen Türko’lar ile Etrüskler değil midir?.

Batı Avrupa uygarlığı diye övünülen Kuzey ile Batı Avrupa uygarlıklarının yaratıcıları, buzul çağında boş olan, sonraları buraları dolduran Erken Kuzey Türkleri değil midir?. Büyük Atatürk’ün “Güneş Dil Kuramında” savunduğu söylediği gibi tüm dillerin kökü Türkçe’den mi türemiştir ? Bu sorular bir sorgulama değil bir onaydır. Dil incelemeleri kimin nereden türediğini, kimin kimin yakını olduğunu, hangi uygarlığın nereden doğmuş olabileceğini göstermektedir.

Bir ülkenin ulusunun konuştuğu dilin yapısı, o ulus soyunun uygarlık birikimi ile, evrimiyle, geçirmiş olduğu olaylar, etkileşimleriyle doğrudan ilişkilidir. Dilin yapısı güçlü ise yeni sözcükler doğurma yeteneği, anlatım gücüde büyüktür. Bilimde, uygulamada, yazında ilerleyen ulusların dilindeki sözcük sayısı artar, bireylerin anlayış yetileri gelişir.

Dilin kökünün, kaynağının araştırılması kişiyi geçmişin derinliklerine götürür. Dil başkalaşmış uluslar arasındaki bağın anlaşılmasını sağlar. Dil ulusların kardeşliğini ortaya koyan, dolayısıyla barışı sağlayan en büyük yapışkandır. Dil; o ulusun başından geçenlerin bilinmesini sağlar. Kısacası dil, geçmişin birikimidir, ötkendir, antuyustur(tarihtir).

Dili bu güne taşıyanlardan biri; o dili konuşa gelen ulusun ağzında kuşaktan kuşağa taşıdığı söylemler, diğeri yazılı, sesli tutanaklardır. Dil çeşitli nedenlerle bölünen ulusların , göçlerle birbirinden uzaklara ayrılan budunlar(kavimler) ağzında çekirdek bozulmamak üzere yapı, biçim, söylem değiştirebilir.

Sanki bir ağacın bir dalı, diğerlerine göre nasıl çıvıp daha çok sürgün verip, yürüyüp dal budak salıp, daha çok çiçek açıp, daha çok yemiş verirse; bir kökten gelen dil de, onu konuşan budunun yaşama ortamı , uygarlık gelişmesine bağlı olarak çok büyük aşamalar yapabilir.

Bilimi , uygulamayı yazını geliştiren biz Anadolu Türklerinin, Oğuz Türkçe’sini Türkiye Cumhuriyetinde geliştirdikleri gibi. O ülke başka ulusların çizmeleri altında çiğnenmemişse, ülke uzun çağlar başka bir ülkenin boyunduruğu, özgensel(kültürel) etkisi altına girmemişse dili arı kalmış da olabilir. Başkurt, Tatar, Karaçay- Malkar(Kafkas), Kazak, Kırgız, Türkmen Türkçe’si gibi.

Dili bu güne taşıyan en büyük öğelerden biride yazılı, sesli belgelerdir. 20. Yüzyıldan önce ses saklanamadığından geçmişe ilişkin sesli belge yoktur. Ancak yazılı belgeler vardır. Erken çağlarda yazılı belgeler taş, kaya, kil yazıt(tablet), kemik üzerine sın(şekil) çizerek, tamganın (alfabenin) bulunmasından sonra yazarak oluşturulurken, kağıdın bulunuşu ile betiklere(kitaplara) dönüşmüş, 21. yüzyılda bilgisayarın bulunmasıyla ikili sayılar kullanarak yapay bellekler üzerinde saklanabilmiştir.

Türklere ilişkin betikler, en geriye yaklaşık 8 inci çağa(bundan 1300 yıl öncesine) dek inebilmektedir. Turandaki yazılı kayalar 6. yüzyıla, (bundan 1500 yıl öncesine), Sümer’deki kil tabletler bundan 5000 yıl öncesine, Kutyak’taki (Avrupada’ki) yazılı kayalar, sıntaşları ise bundan 6 500 yıl öncesine götürmektedir.

Güney Sümer Türkleri ile Kuzey Kutyak Türkleri arasında yaklaşık 1500 ile 2000 yıllık ayrılık vardır. Kuzey Türkleri yazıyı bundan 6 500 yıl önce Avrupaya götürürken, güney Türkleri Sümerler 5000 yıl önce Orta Doğuyu yazıyla tanıştırmışlardır. Demek ki Türklerin yazıyı buluşları belki 7 bin yıl bile geriye gitmektedir.

Turandaki Türklük ağacının kökü, buzul çağının bundan yaklaşık 9000 bin yıl önce sona ermesinden sonra yaklaşık 7000 yıl sonra Kuzey Avrupa’ya doğru sürgün verdiği, bundan 5000 yıl öncede Güneyde Mezopotamya, Anadolu, Akdeniz’de büyük bir sürgün verdiği yazılı, çizili kalıntılardan anlaşılmaktadır.
    Çağımızda, iki yaşayan yazılı kaya, sıntaşı, tablet okuyucularından biri özü yapı sayışmanı(inşaat mühendisi) olan Kazım Mirşan, diğeri 90 yaşını devirmiş kazı bilimci( arkeolog) Muazzez İlmiye Çığ’dır. Kazım Mirşan olağan üstü düş gücü, yaratıcılığı, engin bilgisiyle Avrupa ile Asya, Anadolu’daki yazılı kayaları okuyarak Türk dilinin izlerini bundan 7000 yıl öncesine dek indirmiştir.

Böylece Avrupa , Yunan, Latin, Etrüsk Girit ile Eski Anadolu Uygarlıklarını kuranların dil kökenlerinin, soy kökenlerinin Türkçe ile Türk olduğunu kanıtlamıştır. Benzer biçimde, Muazzez İlmiye Çığ’da Sümer yazıtlarını okuyarak Sümerlerin bundan 6 ile 7 bin yıl önce Akurgal’a(İki Su Arasına- Mezopotamyaya) göç eden Türkler, Girit Uygarlığını kuranların Karya’lılar, Roma Uygarlığını kuranların ise Etrüskler olduğunu göstermiştir.


Büyük Türk ile Türkçe araştırmacısı Kazım Mirşan Runik, Frik tamgasını (alfabeyi) okuyan ender Türklerdendir. Kazım Mirşan bu 21. yüzyılın en büyük Türklük Araştırmacılarından biridir. O, Erken Türklük ile Erken Türkçe araştırmacısıdır. Runik, Frik gibi eski Türk yazılarını okuyan, anlamlarını orçun (modern) Türkçeye çeviren en önemli çağdaş Türk araştırmacısıdır. Kazım Mirşan Türkçeyi durulaştırma peşinde değildir. Onun ereği; erken Türkçeyi çözme, Türk uygarlığının yayılma alanını belirleme ayrıca yazıtları okuyarak bulduğu eski sözcükleri tanıtmadır .


Runik; Almanca “gizemli” demektir. Runik tamgalar çubuk, çatal, kare, papyon, ok, yay, kuş kanadı, ay, çentikli dal gibi sınlardır (şekillerdir). Bu konuda, Uralların batısında İngiltere, Fransa, İspanya’ya dek yer alan Doğu-Batı Gutyag’da diğer bir deyişle Kutyak’da (Avrupa’da) bulunan yazılı taşları, sıntaşları (şekilli taşlar) okuyan Mirşan, İskandinavya’dan, Danimarka, Almanya, Fransa, Portekiz, İngiltere, İtalya’ya Türk izlerinin D.Ö. 4140 dek indiğini gözlemlemiştir.

Diğer bir deyişle bu günden en az 7 000 yıldır Türkler Avrupa’dadır. Mısır’daki çizgili yazıların yaşının bundan 5 bin yıl, Doğu Anadolu içlerinde bulunan benzer yazıların 7 bin yıllık olduğu göz önünde bulundurulursa, Mısır’a sın yazının (hieorolif) bile Anadolu’dan gittiği anlaşılır.

İskandinavya ile Baltık Denizi bundan 12 bin yıl önce buzlarla kaplıydı. Son 10 bin yılda buzullar erimeye başladı, 9 bin yıl önce Norveç ile Danimarka’da buzul kalmadı, 8 700 yıl önce Kuzey İsveç’te tek tük buzul dağı kalmıştı. Bu kesimde bulunan Türklerin sin taşları bugünden yaklaşık 6500 yıl öncedir.

Peki neden Türkler bu soğuk ülkelere gitmeyi yeğlediler bilim bunu arıyor. Bunun nedeni buralarının boş, doğasının güzel, Atlayın(Orta Asyanın) bozkırlaşması olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder