11 Ocak 2014 Cumartesi

Eski Türkler de Spor ve Spor Dalları

 

ESKİ TÜRKLER'DE SPOR DALLARI

 
 



Türklerin, Orta asya'dan dünyanın muhtelif yerlerine yurt edinmek amacıyla yayılmaları boyunca, sürekli savaşlar yapmaları onların kuvvetli olmalarını, yakın mücadelelerde başarılı olmalarını ve at üzerinde maharetli olmaları gerektirmekteydi. Rakiplerine üstünlük sağlaya­bilmek için kuvvetli, çevik olmak ve savaşçı olmak zorun­daydılar. Bu nedenle, birçok spor dalıyla uğraşmışlardır.

YIKIŞMA (GÜREŞ): Türkler, her türlü eğlence ve şölende, her vesile ile güreşmişlerdir. Yakın mücadelelerde üstünlük sağlamaları gerektiği için, barış zamanı günler boyunca süren güreşler yapmışlar, savaş hazırlığı amacıyla devamlı olarak muhtelif güreş çeşitlerini yapmışlardır.

Dede Korkut destanının muhtelif bölümlerinde, güreşin her türünden bahsedilmektedir. Güreşin, dünyaya yayılışının da Orta asya dan olduğundan bahsedilir. Ünlü tarih yazarı HAROLD LAMP, Cengiz Han adlı eserinde Türklerden "Bu ülkede ata binmeyene ve güreş tutmayana kız vermezlerdi" diye söz eder. Selçuklular döneminde, devlet tarafından tutturulan ŞEV-İ SİCİL defterlerinde de Konya'da güreşçiler mahallesinin olduğundan ve güreşçiler tekkesinin varlığından bahsedilir.

KILIÇ : Kılıcın tarihi, tunç devriyle başlar. Türlerde ise, ilk kez M.Ö. 6.Y.Y. da Gök-Türkler'de rastlanır. Suvari bir millet olan Türklerin hepsinin doğal olarak yanında taşıdığı bir silahtır.

Türkler bir saldırı ve savunma aracı olarak kullandıkları kılıcı, At-Avrat-Silah dizelerinden de anla­şıldığı gibi kutsal saymışlar ve yeminlerini dahi kılıç üzerine yapmışlardır. Kılıç gösterileri de, oyun ve şölenlerin vaz geçilemeyen yarışma ve gösteri türleriydi.

Kılıç, gösteri ve savaş kılıçları olarak ikiye ayrılır ve üç bölümden oluşur. Bunlar; Kabza, korkuluk ve namlu'dur. Çocuklar, çok küçük yaşlarda tahta kılıçlar ile talim yaparlar ve büyüdükçe ağırlaşan kılıçlar ile çalışarak, her fırsatta yeteneklerini ortaya koymak amacıyla yarış­ı­r­lardı.

OKÇULUK: Ok ve Yay tarih içerisindeki ilk mekanik silahlardır. Ergenekon ve Oğuz destanlarına göre atın eğitimi sonrası Dünya'ya yayılan Türklerle beraber, ok ve yay da Dünya'ya Türkler tarafından tanıtılmış ve yayılmıştır.

Türk'lerin ok ve yaya verdikleri önemin en güzel göstergesi, Oğuz Han'ın üç büyük oğlu olan Gün, Ay ve Yıldız' dan torunu olan sağ kola BOZOKLAR, Gök, Dağ ve Deniz'den gelen torunu olan sol kola ÜÇOKLAR adını ver­mesinden açıkça anlaşılmaktadır (Turan,1969,s.145).

Türklerin her şöleninde ve eğlencesinde yer alan ok atma ve yay germe yarışmalarını, duran ve hareketli hedef­lere, at üzerinde, dururken ve giderken yaptıkları görül­mek­tedir.

Türklerde ok ve yay yapımı çok önemli bir sanattır. Her ok atıcısının kol boyuna göre oklar, kuvvetine göre ise yayların gerilmesi yapılır ve atışlarında başarılı olmaları sağlanırdı. Hunlar döneminde okun boyu 82 cm, kalın­lığı ise, 9 mm. civarında görülmektedir.

Türklerde ok, aynı zamanda bir paylaşma aracı olarak ta kullanılmıştır. D.L.T. (Divanı Lügat-ı Türk)'te pay­laşılması gereken her hangi bir şey için oklar belirlenir ve herkes çektiği oka göre payına razı olduğundan bahsedilir.

ATÇILIK VE AT YARIŞLARI :Tarih içerisinde, atı ilk eğiten milletin Türkler olduğuna dair, yüzlerce eser vardır. Ancak, Dünya'nın kabul ettiği tarihçilerden Macar ALLFOLDİN, Avusturya' lı HOOPERS ve Alman PORTRİATZ' ın kitaplarında, M.Ö. 6000 yıllarında Türklerin ilk kez atı evcilleştirdiklerinden bahsedilmektedir. At eğitimi, at yetiştirmesi ve ata binmek Türkler için bir sanattır. Günümüzde uygulanan at eğitim tekniklerinden bir çoğu, eski Türklerden kalan tekniklerdir.

Tarihçi, E. MARCHEL'in kitabından, Türklerin çocuklarını çok küçük yaşlarda hatta beşik çağında, beşik içine konulan tahta parçası ile oynadığı, hatta bu tahta üzerine oturarak oynadığı ve 3 yaşları sonrası çocukların koyunlara binerek at üzerinde durabilme yeteneğini kazanma talimleri yaptıkları, daha sonraları taylarla ve sonra da 12 yaşları civarında usta birer binici olarak ata bindiklerinden ve böylece bu eğitimlerini tamamla­dık­larından bahsedilmektedir.

Türkler, at ile bütünleşebilen atın bir parçası olabilen ve atı yormadan binebilecek kadar beceriklidirler. Eğersiz ata binmekte de çok mahirdirler. Atı olmayan erkeğe iyi gözle bakmazlardı. Bayanlar da erkekler kadar ata binmekte ustadırlar.

Her kentte bir at yarış alanı bulunur ve haftanın her cuma günü düzenlenen yarışmalarda yarışırlardı. Türkler için at ve atla yapılan yarış ve oyunların önemi çok büyüktür.

ÇÖĞEN (POLO-ÇUKANYON-BANDAL): Sınırlı bir alan içerisinde at üzerinde yer alan oyuncuların ucu kıvrık olan ve ÇÖĞEN denilen sopalar ile, GİY denilen topu, rakip kale içine atmak esasını taşıyan bir oyundur. Rakibin atına çarpmamak, vurmamak ve önünü kesmemek oyunun kuralları arasındadır. Kaleye atılan her top bir sayı kazandırır. Belirlenen zaman içinde beraberlik söz konusu olursa, ÖÇEŞME denilen üçüncü bir oyun oynanır. Günümüzdeki POLO oyununun esasıdır.

BEYGE (BABİGA) : Oyun ilk kez KIRGIZ Türkleri zamanında oynan­mıştır. Bir köy ya da obada bulunan bir genç kızın birden fazla isteyeninin olduğu durumlarda ve kız tarafının kararsız kalması halinde isteyen tarafların kırılmaması ve gelin adayına da tercih şansının verilmesini sağlayan bir oyun­dur. Ata binen genç kız ile damat adayları, belirli bir mesafeden gelini belirlenmiş yere doğru kovalamaya baş­larlar. Amaç gelin adayını atlarına bindirebilmektir. Elinde kamçı olan gelin adayı istemediği damat adayını kamçısı ile yanına yaklaştırmamaya çalışır ve gönlünün olduğu damat adayının atına binerek kimle evlenmek istediğini de böylece ailesine bildirmiş olur.

Gelini atına bindiren damat adayı da, damat olarak kabul edilirdi.

KOLBÖRİ (YEŞİL KURT) : Gelin ile damat arasında, gerdek gecesinden önceki gündüz, kucağında oğlak bulunan gelin atıyla kaçar ve damat da at üzerinde arkadaşlarının yardımıyla onu yakalamaya çalışır.

CİRİT: Cirit oyunu, Türklerin en eski oyunlarından bir tanesidir. Amacı, beden eğiti-mi olması yanında atların savaşa hazır halde tutulması ve savaş eğitimidir. Sınırlı bir alan içinde sayısı 5-20 arasında değişen takımlardan oluşan atlı oyuncularla oynanır. İki takım oyun alanında karşılıklı olarak atları ile dururlar. Oyun elinde cirit bulunan bir oyuncunun rakip atlılardan birisinin önüne ciriti fırlat­ma­sıyla başlar. Ciritin atıldığı oyuncu yerden atılan ciriti alır ve atan oyuncu belirlenen alana ulaşmadan cirit ile onun sırtına, omuzuna ya da atının sağrısına elindeki cirit ile vur-maya çalışır. Bu arada arkadaşlarıda yardımcı olmaya çalışırlar.

MIZRAK (HARBE-KARGI) :Uzunluğu 1,5m-2.m olan ve ucunda madenden yapılmış bir sivri kısmı bulunan günümüz cirit ine benzeyen MIZRAK denilen bir savaş aracı ile oynanır. Karşı karşıya mücadele etme, isabet kaydetme ve mızrağı en uzağa fırlatmak esastır. Oyunun amacı savaşa hazırlıktır.

GÖKBÖRÜ: Türklerin dini amaçlı ve geleneksel oyunlarından bir tanesidir. Atlı iki gurup sınırlı alanda karşılıklı atları üze­rinde dururlar. Alanın tam ortasına içi boşaltılarak bıra­kılmış olan oğlağın, bir işaretle oradan alınıp bacaklarının arasında kaçırılması ve belirlenen alana taşınması esasına dayanan bir oyundur Oyun anında, arkadaşlarının yardımı da söz konusudur. Gene oyunun asıl amacı, at üzerindeki maharetlerin geliştirilmesi ve savaşa hazırlıktır.

COP : Cop, budaksız ağaçtan yapılan ve yaklaşık 80 cm. uzunluğunda iki ucu küt bir sopadır. 3-4m. aralıklı dikilmiş iki direk arasına gerilen ipin üzerinden, 50-60 m. uzaktan atı ile gelen oyuncunun copu yerden sektirterek aşırtması esa­sı­na dayanır. İlk sektirterek aşırtan gurup galip ilan edilir.

TEPÜK (FUTBOL) : Günümüz futboluna çok benzeyen TEPÜK oyu­nunda, iğ arşığı üzerine keçe sararak veya, keçilerin sidik torbaları şişirilerek elde edilen topun sınırlı bir alanda, eller harici vücudun her yerinin kullanılarak, belirlenmiş kalelerden geçirilmesi esasına dayanırdı.

Kaşgarlı MAHMUT'un Divanı Lügat-ı Türk adlı eseri, Hıtay-ı Name, Baybars Tarihi ve Ayasofya müze­sindeki birçok eser tepük oyununu, Türklerin çok eski tarihlerden beri oynadıklarından bahsetmektedir.

SEYİRTME (KOŞU):Koşular, Türklerde genellikle dinsel amaçlı yapıl­mıştır. İlk uzun mesafe koşusunun TUNGUZ Türklerinde yapıl­dığından bahsedilmektedir. Yürüme yarışları yanında, durarak ve hareketli uzun atlamalar tek ve çift ayak sıçramaların yapıldığından bahsedilmektedir.

AVCILIK: Türklerde avcılık zorunlu bir ihtiyaç ve tut­kudur. Yaşam ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan avcılık, aynı zamanda savaşa hazırlık amacı da güderdi. Türklerin av düzenlemeleri son derece görkemli olur ve sürek avları çok sayıda avcının katılması ile gerçekleştirilir, sonrasında da muhteşem şölenler düzenlenirdi.

Türkler; ok, mızrak, kement ve ağ ile yaptıkları avlanmaları yanında, evcilleştirdikleri yırtıcı av hayvanları vasıtası ile de avlanırlardı. Tazı, zağar, şahin, doğan ve sungur denilen hayvanları da avlan­ma­larında kullanırlardı. Ava kadınları da katı-lırdı.Türklerde çocuklarının da ilk defa katıldıkları av partilerine ŞEYLAN veya CEŞN denilirdi. Büyük ve çok kişinin katıldığı uzun süren avlarına SiĞiR adı verilirdi.

CENGİZ HAN döneminde, Cengiz Han yasası ile hangi mevsimlerde, hangi av hayvanlarının avlanabileceği belirlenmiş ve günümüz av yasaklarının benzeri yasaklar, o dönemlerde bile Türkler tarafından uygulanmıştır.

Selçuklular zamanında, avlanması yasak olan av hayvanlarına ONGUN adı verilir ve bu hayvanlar kutsal sayıldıkları için avlansalar bile etleri yenilmezdi.

ÇANA (KAYAK) :Orta Asya dan Ural dağları ve Hazar denizinin kuzeyinden Avrupaı ya geçen Türklerinin kayağı ilk kez kullanan milletlerden birisi olduğu Ural dağları ve Baykal Gölü civarında yapılan kazılardan anlaşılmıştır. İsviçreli Prof. J.J. HEES' in "Kayakçılık Tarihi" notları da açıkça Türklerin kayağı kullanan milletlerden olduklarını belirtmek­tedir. Göktürklerin sığır kemiğinden yaptıkları kayaklar ile, kar ve buz üzerinde kaydıkları anlatılmaktadır.

Türk boylarından TÖLÖZ Türklerinin 15 cm. ge­nişliğinde, 160 cm. uzunluğundaki tahtaları ayaklarına ta­karak kar üzerinde avlandıklarından D.L.T.'te bahse­dil­mektedir.

BOKS (PİJULA) : Yakut Türklerinin günümüz boks sporuna benzer ve adına PİJULA dedikleri bir sporu sadece ellerini yumruk yaparak kavga biçiminde yaptıklarından günümüze gelen eserlerde söz edilmektedir.

SUDİ EFENDİ'nin Hicri 1004 yılında yazmış olduğu "Yumruk Vurucular" isimli eserinde, Osmanlı imparatorluğundaki boks sporundan bahsedilmektedir.

2 yorum:

  1. Hiç okumadığım bilgiler keyifle okudum bilgilendim teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Sanırsam blog sahibi kapatmış hesabını lakin çok güzel içerdik ödevimde kullandım keşke ismini bilseydim kaynakça olarak ekleyecektim.

    YanıtlaSil