18 Ocak 2014 Cumartesi

Eski Türkler tıp


ESKİ TÜRKLERDE TIP BİLİMİNİN GELİŞİMİ


Uygurlara âit en eski tıp metinleri Turfan seferleri esnasında elde edilmiştir. Berlin Turfan yazmaları kolleksiyonundaki bu tıp metinleri, ilk olarak Gabdur Raşid Rachmati (Ord. Prof. Dr. Reşid Rahmeti Arat ) tarafından müstakil olarak işlenmiş ve yayımlanmıştır.

G. R. Rachmati 1930 yılında, Berlin’de Zur Heilkunde der Uiguren (Uygurların sağlığa kavuşturma bilgileri üzerine) başlıklı ilk tıp metnini transkripsiyon, Almancaya tercüme, açıklamalar ve kelime dizini ile birlikte yayımladı. (Dr. G. R. Rachmati, Zur Heillcunde der Uiguren, SPAW, Phil: Hist. Klasse, 1930, XXIV, Berlin 1930, s. 451-473. -2 levha ile-).

Bu metin I. Turfan seferinde D a k y a n u s ‘da bulunup T I D 120 numara ile tavsif edilen ve bu güne kadar bilinen Uygur harfleriyle yazılmış tek tıp kitabıdır. (Bk ., Liste, Nr. I).

Sahifeleri üstten ipek bir bağ ile birbirine bağlanan bu kitap on çift yapraktan müteşekkildir. Sarı renkli yaprakların iki yüzü de yazılıdır. 11. yaprağın ikinci kısmı yoktur. Ayrıca metin sondan dört sahife eksik­tir. İlk ve son sahifeler de epeyi hasara uğramış durumdadır.

21 sahifedeki 201 satırlık metnin muhtevası incelendiğinde Türk halk tababetinin en eski örneği ile karşılaşılır. Metnin muhtevası konularına göre tasnif edildiğinde de şu hastalıklara ilaç tavsiye edildiği görülür: Baş ağrısı, baş kepeklenmesi, göz hastalıkları (puslu görme, soğuk veya sıcak yaşarma, göz kası felci, körlük, gece körlüğü vs.), kulak hastalığı, burun hastalıkları (burunda ur, burun kanaması, nezle), ağız hastalıkları (ağız kokusu, ağız kası felci), diş hastalıkları (diş ağrıları, diş çürümesi), boyun hastalıkları (boyun ağrıları ve urları), ses kaybı, nefes alma bozuklukları (nefes darlığı, nefes almada zorluk, nefes almada bozuk­luk vs.), kalp hastalıkları, göğüs hastalığı, yan ağrıları, vücut ağrıları, mesane hastalıkları, kulunç, ateş, ayak hastalıkları, deri hastalıkları (urlar, yara kabuğu, siğil, cüzzam vs.), çıkıklar (burkulmalar), koltuk altı kokuları, huzursuzluk, deli ve divanelik, sarhoşluk, kadın hastalıkları (çocuk düşürme, çocuk doğurma, göğüs iltihapları, göğüsün az çalışması, cinsî organların dış (yani görülebilen) hastalıkları), cinsî iktidarsızlık vs.


Annemarie von Gabain 1954 yılinda Türkçe Turfan Metinleri’nin VIII. cildini yayımladı. Brahmi harfleriyle yazılmış Uygurca metinleri ihtiva eden bu yayımda T II S 49 işâreti ile tavsif edilen ve hâlen Berlin, Staatsbibliothek, Nr. 187′de kayıtlı olan metin, “guatr” hastalığı ve be­lirtilerini anlatır. Metnin ilk 6 satırının tıpkıbasımı ve transkripsiyonu Alttürkische Grammatik/Eski Türkçenin Grameri’nde verilmiştir. (A. von Gabain, Alttürkische Grammatik, Dritte Auflage, Wiesbaden 1974, s. 36-37. Krş. A. von Gabain, Eski Türkçenin Grameri, Türk Dil Kurumu Yay ., Ankara 1988, s. 30-31).

Guatr ile ilgili diğer bir metin de Heilkunde 11, Nr. 3′de verilen T II 2 (Y 14)- Mz. 40′da kayıtlı Siddhasara tercümesidir.

Bu iki metinde “guatr”ın Türkçe karşılığı buk, bukuk (belki bokuk ?) şekillerinde geçer. (Bk ., Saadet Çağatay, “Divanü Lûgat’te “Bukuk” ” ,

Türk Dili, sayı 253, 1 Ekim 1962, s. 53-55).

Brahmi harfli ikinci metin T II Y 3 işâreti ile tavsif edilen ve hâlen aslı kayıp olan 19 satırlık metindir. Bu metnin aslı henüz teşhis edilememiştir. (Bk ., Liste, Nr. 37-38).

Brahmi harfleriyle yazılan Uygur metinlerinin kataloğunu hazırla­yan Dieter Maue Sanskrit-Uigurische Bilinguen aus dem Berliner Turfan Funden adlı henüz yayımlanmamış eserinde Brahmi harfleriyle yazılmış 5 tıp metni vermektedir. İlk üçü Yogaşataka, dördüncüsü Siddhasâra tercümesi olan metinleri yukarıda kendi bahislerinde zikretmiştik.

Beşinci metin T III 114 işâretiyle tavsif edilen ve hâlen Berlin, Staats­bibliothek, Mz. 190′da kayıtlı olan 4-5 satırlık bir metindir. Metnin aslı henüz tespit edilememiştir. (Dieter Maue, SUB …, s. 268-269. Resimler için bk., s. 275-276). (Bk ., Liste, Nr. 43).

Friedrich Wilhelm Karl Müller “Handschriften-Reste in Estrangelo­Schrift aus Turfan, Chinesisch-Türkistan, II. Teil”, (APAW, Jahr. 1904, s. 107 ) başlıklı makalesinde Nestori harfleri ile yazılmış beş yazma parçası bulduğunu bildirmektedir. Bu beş parçadan F. W. K. Müller’in M. 152 kısaltması ile gösterdiği yazma parçası, henüz yayımlanmamış 7 satırlık bir tıp metni olup, hâlen Berlin İlimler Akademisi’nde muhafaza edilmektedir. (Bkz ., liste, Nr. 44).

Henüz yayımlanmamış tıp metinleri de vardır. Bunlardan birisi padmacintümanidhâranisütra adı ile bilinen metindir. (Bk ., Liste, Nr. 45-46).

Bu sûtranın British Museum, Or. 8212 (158)’de kayıtlı olan Sogdça tercümesinin bir bölümü, Taishö, Tripitaka, No. 1082,

ilt 20, 199b/ 13-son’da kayıtlı Çincesi ile de karşılaştırılarak, 1926 yılında Fried­rich Wilhelm Karl Müller, 1963 yılında da D.N. Mackenzie tarafından yayımlandı. (F W. K. Müller, “II. Reste einer sogdischen Uberaetzung des Padmacintâmani-dhârani-sntra”, SPAW, Phil: Hist. Klasse 1926, L ., Berlin 1926, s. 2-8; D. N. Mackenzie, Acta Iranica, Encyclopedie per­manente des Etudes Iraniennes, Troisieme Sbrie-Vol. III. “The Budd­hist Sogdian Texts of the British Library”, Textes et Mşmoires, Leiden 1976, s. 10-17. Tıpkıbasım, s. 8-15).

Uygur harfli metnin iki varağı Berlin, Staatabibliothek’de Mz. 244 (T I 551) ve Mz. 212 (T I D 667 c-T M 261c)’de kayıtlıdır.

Her yüzde dokuzar satır olmak üzere 36 satırlık metnin 4 veya 5 varağı da Berlin İlimler Akademisi Turfan Kolleksiyonu’nda bulunmaktadır.

Çintamani darnc nom üzeki köz otın ka[tmak] başlığını taşıyan Uy­gurca metin, göz hastalıkları ile ilgili bir tıp metnidir. Mainz yaprakları Osman Fikri Sertkaya tarafından transkripsiyonlanarak işlenen metin henüz yayımlanmamıştır.

SONUÇLAR

1. Hâlen Uygur Türklerine âit kısmen eksik bir kitap ile 45 tane irili ufaklı yazma parçasının elimizde bulunması, tababetin Uygurlarda kuv­vetli bir geleneği olduğunu gösteriyor.

2. Uygur tababetinin çok kuvvetli bir halk hekimliğine dayanması hususu yanında Sanskrit, Tibet, Sogd, Çin vs. gibi dillerden çeviri yolu ile de Uygurların klâsik tıp metinlerine dayanan bilgilere sahip oldukları anlaşılıyor.

3. Berlin ve dünyanın diğer kütüphanelerindeki Uygur harfli metinlerin tam bir envanterinin yapılması ile bu 46 parça metnin miktarının artacağı muhakkaktır.

4. Bu metinlerdeki tıp geleneği ile Anadolu’daki tıp geleneği henüz mukayese edilmemiştir. Bir örnek olarak mikrobiyolojiden önce humo­ral patalojiye dayanan ve kökü antik tababetten gelen, bin yıldan daha eski tıp sisteminin ana unsuru ahlât-ı erbaa’yı teşkil eden kan (haima), safra (chole), sevdâ (melanchole) ve balgam (pflegma)’ın Uygur metin­lerinde sarıg, sarıg suv (chole), lisp~lişp (pflegma), kan (haima) … vs. şeklinde geçtiği söylenebilir.

Kaynaklar:

* Prof. Dr ., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tüirk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi.
 …..
İslamiyetten önce Türklerde Tıp

 İbn-i Sina “El-Kanun fit-Tıbb” adlı kıtabının başında Tıp bilimini şöyle tarif etmektedir:  “Tıp, İnsan vücudunun sağlık ve hastalığıyla uğraşan ve sağlığın devamı için, hastalığın ise iyileşmesi için uygun metodlar kullanmayla ilgilenen bir bilim dalıdır.”(1) Bu bilim dalının önce çeşitli insan topluluklarında değişik şekilde ortaya çıktıkları ve ilk belirtilerinin tarihin karanlık çağlarına kadar dayandığı düşünülmektedir.
Bilindiği gibi, Türkler tarih boyunca gerçeğe ve fiili hayata doğru gitmiş ve bu yüzden hukuk ve hayat düşüncesinde insan sevgisini yaşamın temeli yapmış bir millettir. Türkler, insanların özgürlüğü, mutluluğu, cismani ve ruhu serbestliği, psikilojık özelliği ve vücud sağlığını korumayı aynı düşüncenin başlıca belirtileri olarak kabul etmiştir.


Türklerin her yerde insan sevgisine ve insan sağlığına son derece ilgi gösterdikleri açık olarak kanıtlanmış bir gerçektir. Türklerde Tıbbın önemi ve rolü iyi bir biçimde kavranılmış olduğu ata sözlerinde de geçer. Uygur Türklerinin ata sözlerinde “ten sağlık – eşsiz zenginlik”, “tenin sağlığı- padişahlık”, “el sağlığı – yurt zenginliği” denilir.

Tıpkı, aynı ata sözlerinde bildirildiği gibi, sağlık her şeyin üstünde duran en değerli zenginlik sayılan Türklerde, her hangı bir insanın belirli bir ölçüde Tıp bilimlerine sahip olması ve kendi sağlığını koruyabilmesi normal bir eylem durumuna gelmiştir. hatta bilim adamları da kendi mesleği dışında felsefe ve Tıp ile de uğraşmayı tercih etmiştir.

Türklerin meskun olduğu Orta Asya, bilhassa şimdi Sin –cang adı verilmiş olan Uygur bölgesi tarihte “bir Tıp Bölgesi” durumuna gelmiştir.(2)

Türk bilim adamlarından Süheyl Ünver haklı olarak söyle demiştir: “Uygur kültürünün yüksek sahasi Tıbba değer vermekle açık olarak ortaya çıkmaktadır”.(3) Bahsedildiği gibi Tıp, Türklerin büyük çapta çaba harcayan ve çok gelişme gösteren sahalarındandır. Türk vesikalarında, İran edebiyatında, Yunan ve Rum klasik eserlerinde Turk adının “güçlü” ve “güzel” anlamında gelmekle beraber, “sağlam” veya “sıhhatlı” anlamında da geldiği Türklerin Tıp sahasındaki düşüncelerini ve Tıp kültürünü kavramak bakımından büyük önemi haız bir belge olarak görülmektedir.
Türklerin Tıp tarihi hakkında, günümüzde Türklerin çeşitli kesimlerinde muhafaza edilmekte olan Tıbbı düsturler, Bin Buda mağara tapınaklarında işlenen resimler, eski kültür izlerinde ortaya çıkan kazı buluntuları, kurganlarda bulunmuş mumyalar ve Çin, Hind, Arap, İran ve Yunan kaynaklarında geçen kayıtlar ve Türklerin Bugüne kadar uygulamakta olan tedavi yontemleri önemli bir bilgi verebilecek mahiyettedir. Bu bilimsel malzemeler Türklerde Tıbbın dörd bin senelik bir tarihe sahip olduğunu acıkça belirtmektedir.
Bahsedilen sahada yapılmış araştırmalar, ilk olarak Türk bilim adamlarından R.R. Arat ile Alman bilim adamlarından F.K.Müller tarafından ele alınmıştır. R.R. Arat tarafından 1930’da APAV mecmuasının felsefe ve tarih bölümüne sunulan raporun 451-471- sayfalarında 198 satırlık İdikut reçeteleri yayınlandı. Bu tarihten sonra umumı Türk Tıp tarihi hakkında genel araştırmalar başlanmış ve Türkiye başta olmak üzere bir çok devletlerde çok önemli sonuçlar elde edilmiştir.


Hind kaynaklarında milattan önce Türk Tıp biliminin çok geliştikleri ve Yunan’a kadar olan memleketler arasında ün kazandıkları ve Yunan hükümdarının Türk Tıp bilimine çok merak duyduklarından söz açılır.

Türkler tarafından açılan ve korunan büyük kervan yolu veya İpek yolu ilişkilerinde Türklerin Doğu ve Batı arasında gene Tıbbı temaslar kurdukları ve ilaç ticaretini yaygın bir bir duruma getirip, aynı yola “Tıp ve ilaç yolu” denilebilecek bir mahiyet kazandırdıkları kendi kültür tarihinden bilinmektedir.

Çin’de milattan önce 5.yüzyıldan milattan sonra 18.yüzyıla kadar olan çeşitli dönemlerde yazılan değişik kaynaklarlarda Türk tıbbının gelişmelerinden söz açılmış ve Çin Tıp bilimiyle mukayese edilerek üstünlüğü itiraf edilmiştir ve tedavide uygulanan bir çok yöntemler dile getirilmiştir.
Gerçekten, Türklerde Tıp, Çin, Hind ve Yunan Tıp biliminden farklı bir sistem oluşturmuş. Bahsı geçen sistemin başında evren, doğa, bütün canlılar ve diğer şeylerin çekirdiği dört temel unsura dayandığı ileri sürülen Tıp teorisi yer almaktadır. Son zamanlarda yapılan araştırmalarda bu teorinin yabancılardan Türklere geçmiş bir kültür belgesi zanneden ideaların yanlış ve onun Türklerin hayat ve sağlık hakkındakı düşüncelerin ürünü olduğu belirtilmekle birlikte aynı teorinin milattan önce 6.yüzyıllarda yabancı kavimlerin Tıp bilimine etki yapabilecek derecede gelişme gösterdikleri bildirilmektedir. Nitekim, eski zamanın ve daha sonraları tüm zamanların en büyük hekimi olarak benimsenen Yunanlı Hipokrat uzun bir süre İşkit-Sakalar arasında Yaşamıştır. Hipokrat, onların etkileri altında kalarak, “hava, su, toprak” ve “Tıp akılları” adlı kitapları yazmıştır ve “Dörd fizs” düşüncesini şekillendirmiştir. Bu, Empıdokl’ın “Dörd fizs” düşüncesinin asıl kaynağıdır. Aynı dönemlerde İskit-Saka Türklerinden yetişmiş tabipler kendi halkı dışında yabancı kavimler arasında da tesirli olmuştur. Onlar ıhlamur yaprağına bakarak bir hastalığın gelecegi hakkında haber verirlerdi. Bir anlamda falcılık da denilebilecek bu yol ile hastanın durumunu belirlemeye ve buna göre iyileştirmeye çalısırlardı.Kendilerine göre geliştırdikleri Tıp yöntemleri halk arasında yaygınca kullanılırdı. Halk hekimliği İskit- Saka toplumunda epeyce yaygındı.(4) Bu tarihten sonra da sürekli olarak hakım yerini koruyabilen Türk Tıp teorisi İslamiyet döneminde de Farabi ve onu takıp eden İbn Sina aracılıgıyla Bizans’a ve bu yoldan Batı’ya kadar yayılmıştır.(5)


Çin Tıp tarihçisi Wang-Shiao-Sien’in bildirdiği gibi, bu teoriden söz açan Balasagunlu Yusuf ünlü Türkçe destanında Güzel şiiri dizelerle Türk Tıp adamlarının insanlığa yaptıgı aynı katkılarını sıcak bir dille övmüştür.(6)

Mükemmel bir Tıp teorisine dayanan Türkler, teşhis ve muayene yolları, drog yapma, tedavı usullerinde kendine özgü bir yöntemi ortaya atmıştır. Dört temel unsurdan kaynaklanan Türk Tıp yöntemlerinin genel belirtileri ise maddi tedaviye veya pozitif bir Tıp anlayışına ön planda yer vermek, ruhi ve cismani kuvveti iyileştirmek, tedavi yanında araştırma ve deneme yapmak, hastalıkları çeşitlere ayırmak, tek ve karışık maddelerden yapılmış ilaçlar kullanmak, çevre, temizlik ve pehrize önem vermek, anatomi ve ameliyat teknolojısini uygulamak, tedavide müzik rolünden yararlanmak ve Beres ve nevralji hastalıkları üzerinde yaptığı araştırmalarında başarı kazanmak gibi yönlerde görülmüştür.

Bu arada, Türkler, Tüpütler, Kitanlar, Moğollar, Tang gutlar, Curcitler, Koreliler, Hintliler, Araplar, İranlılar ve Avrupa milletlerinin Tıp biliminde yenileşmesine ve gelişmesine yararlı bir etken olmuştur.(7)

20-yüzyılın başlarında Almanya hafrıyat heyeti tarafından Turpan’da bulunmuş Uygur yazısıyla yazılmış Tıbbı vesikalar, Türklerde tıbbın 1000 yıl önce çok geliştiğini göstermektedir.
Süheyl Ünver’e göre, bu Tıbbı vesikalar diğer bir kaynaktan tercüme edilmek yoluyla değil, saf yerel bilgilere ve Uygur tabiblerinin deneme ve gözlemlerine dayanarak yazılmıştır. bir görüşe göre 108 çeşit, diğer bir görüşe göre 140 çeşit reçete adı verilmiş olan aynı vesikalarda hastalıkların 12 büyük sisteme ayrılarak tedavi edildiği ileri sürülmektedir(8)
Kazı buluntuları ve Çin kaynakları Türklerin ilaç hazırlama ve kullanma tekniklerinde de ileri gittikleri hakkında oldukça teferruatlı bilgiler vermektedir. yukarıda zikredildiği gibi, Türkler maddi tedavi yöntemine büyük çapta önem vermiştir. Türklerde ilaçlar başlıca madensel, bitkisel ve hayvansal maddelerden merhem, hap, toz ve sulu şekilde çeşitli olarak yapılmıştır. Bu arada, meyva şurupları ve mayalı ilaçlar da hazırlanmıştır. Bundan başka, Çeşitli yemeklerin de ilaç rolünü oynadığı bilinmektedir. Kaşgarlı’nın bildirdiğine göre, Samduy, Letü, Kavut, Yazuk et, Uva, Kagut, Sarmaçuk gibi yemekler tam olarak ilaç mahiyetinde yapılmıştır.(9)
Hind kaynaklarında Türklerin milattan önceleri 300 çeşitten fazla ilaç hazırladığı hakkında menkibevi bilgiler kaydedilmiştir.Diğer kaynaklarda Tarim vadisi’nde bulunan eczacılık kitabini Yunan Hükümdarının gönderdığı elçinin görmüş olduğu ve aynı hükümdarın bu kitabi ele geçirmek için Tarim civarında yaşayan Türklere saray yaptırmak ve onların hükümdarı ile kendi prensesini evlendirmek istediği rivayet edilmiştir. Bu menkibeler tam olarak bir güvenilir mahiyette değil ise de, Türklerde eczacılığın milattan önceleri de çok geliştiği ve komşu milletler üzerinde derin bir etki biraktığını yansıtmaktadır. Bu bakımdan, Çinlilerin eczacılık tarihine göz atılırsa Türklerin aynı sahade ne kadar ileri gittikleri anlaşılır.Çinliler ilaç hazırlama sanatında Türklere borçlu kalmıştır. milattan önce 5.yüzyılda yazıldığı tespit edilen “Sarı imparatorun hariciye hastalıklar tedavisi kitabi” nde Çinlilerin zehirli ilaçları Batı ellerde Yaşayan Türklerden aldıkları dile getirilmiştir. Çin’de Süi, Tang, Song, Yuan, Ming dönemlerinde yazılan Tıpla ilgili kitaplarda Çinlilerin Türklerden getirdiği 120 çeşitten fazla ilacın adı kaydedilmiştir. Tang dönemi ise Çinlilerin Türklerden büyük çapta ilaç getirmiş olduğu bir devirdir.(10) Nitekim, Tang dönemi Çin kaynakları arasında Ching-Chien tarafından yazılan “Türklerde ilaçlı bitkiler” adlı kitap özel olarak Türk ilaçlarıni tanıtan bir eser sayılırdı. Ama, aynı kitap Tang döneminden sonra kaybolmuş olduğundan, burada bu hususta hiç bir şey söylenmez.(11)


Bahsedilen ilaçlar arasında Çinliler Göktürk ak merhemi adlı bir ilacı ayrıca dile getirmiştir. Buna göre, ak renkli ve tadı acı olan aynı ilaç, yaralanan kimselere kan durdurmak ve kesilmiş etleri yapıştırmak için kullanılmıştır. Bu arada, beli güçlendirmek ve kaburga kemiklerini pekiştirmek için de kullanılmıştır.(12)

Moğol Yuan döneminde Hanbalık’ta sarayda muhafaza edilen ve 36 ciltten müteşekkil olan “Uygur reçeteleri” adlı kitabin aynı çağ Türk eczacilik sahasında büyük rolü olmuştur. ancak, bu eserin günümüze sadece dörd cildi ulaşabılmıştır.(13)

İslamiyetten sonra Türklerin eczacılık bakımından gösterdiği gelişmeleri İbn Sina “El-Kanun fit-Tıbb” adlı kitabinin her bir bölüğünde ve Biruni ise “Kitabus Saydele” adlı kitabında anlatmıştır.(14) Kaşgarlı ile Balasagunlu Yusuf de dil ve siyaset alanında çalışmakla beraber, İlaçlar hakkında bilgi vermeyi unutmamıştır. Kaşgarlı’nın bildirdiğine göre, 11.yüzyıl Türkçesinde ilaca “ot” adı verilmiştir. Bundan dolayı, hekime “otaçı” denirdi. Bundan manada, “em” sözcüğü de ilaç anlamına gelmişti. bundan alınarak ilaç yapan adama “emçi” denirdi. Aynı yüzyıllarda hekime “atasagun” adı da verilmiştir. Divan’da 38 çeşit ilacın adı ve rolü dile getirilmiştir. Yusuf ise eserinde beş çeşit hazır ilacın adını vermiştir. onlar cuvarış, macun-merhem, tiryak, matrıdus ve müshildir. Bunun yanı sıra, misk, leylak, şelise, terenbin, çiğdem, şeptalı çekirdeği, gül suyu, pekmez, kimiz, yılan zehiri,v.b. otuz iki çeşit ilaç adı vardır.(15)


Turfan’da bulunmuş Tıbbı vesikalar eski Türklerde eczacılığın gelişmesini göstermek bakımından büyük önemi haız bir buluntudur.
Buna dayanan R.R.Arat, Uygurların eczacılık teknilojisinde pek ileri gittiklerinden söz açmaktadır. Türk Tıp tarihi üzerinde daha iyi bir araştırma yapmış olan diğer bir Türk bilgini Süheyl Ünver Uygurlarda görülen ilaç şekilleri, eczacılık yöntemleri, Tıp aletleri, ilacların miktarı ve kullanma usullerinin modern Tıp biliminden farksız gibi bir merhaleye kavuştuklarını ve Uygurların Tıp alanında muasır kavimlerin önüne geçtiklerini bildirmiştir.(16)

Tıpkı, Iskit- Saka Türklerinde görüldüğü gibi, bazı belgelerden Uygurlarda da gelişmiş bir halk tıbbının olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, Uygurlar günümüze kadar gelebilen Tıbbı folklor bilgileri bırakmışlardır. Bugün bile Anadolu Türklüğünde yaşayan bir çok tıbbı ve farmakolojik bilgilerin kaynağı Uygurlardır.(17)
Şunu ayrıca belirtmek icap ederki, Doğu ve Batı arasında İktisad ve Ticaret bağı kurmuş olan İpek yolu, civarında bulunan kavimlerin Tıp teknolojisi ve eczacılık bakımından alış-veriş yapmaları için elverişli bir ortam yaratmıştır. İpek yolunda giden kervan ekipleri arasında özel tabibler de bulunmuştır. Çinlilerin kurduğu Hen, Tang, Song devletlerinin başkent ve diğer mühim şehirlerinde, Kitan, Tüpüt ve Tangut devletlerinin başkentlerinde Türk ilaçları satılmıştır. Moğol Yuan sarayında Uygurlardan yetişmiş Ayşe tarafından Ching-Shi Yao Yuan adıyla bir Tıp ve eczacılık merkezi kurulmuş ve bu merkez 1273’de Guang-Hui-Si(saray hastahanesi) ismini alarak ve daha da genişletilerek Uygur ilaçları imal edilmiştir.(18) 1293’de Yuan başkenti Durun(Kökhut) ile Taydu(Hanbalık)’da Guang-Hui-Siya bağlı birer Uygur eczacılık mahkemesi kurulmuştur. Bu süretle, Uygurların eczacılık işleri daha ileri seviyeye getirilmiştir.(19)
9-13- yüzyıllarda Türk Tıp teknolojisi mağara duvar resimlerinde de yansımıştır. Turfan Bezeklik’te ve Bay Kizil’da bulunan Bin Buda mağara tapınaklarındaki sanat eserlerinde tabib Budsatva ve tabib Rahiplerin resim ve heykelleri işlenmiştir. Dung-Huang Mogo Bin Buda mağaraları arasında bulunan 296.numuralı bir tapınağın duvarlarına işlenmiş resimler içinde bir kervan ekibi tasvir edilmiş. aynı resimde Türkçe giyinmiş, iri gözlü ve düz burunlu bir tabibin hastalığa yakalanan bir Tüccar üzerinde teşhis ve tedavi yaptıkları belirtilmiştir.(20) Aynı dönemde Tıp kanunları ve kamu sağlığı nizamları yapılmış. hükümdar habis mahiyetteki ve bulaşık hastalıkların sakinler arasında yayılmasıni önlemek için sıhhatlık formu yaptırmış. üzerinde adı, yaşı, yurdu ve mesleği kayıtlı olan form, sahibinin hasta veya sağlığıni belirtirdi. bir kimse hastalığa yakalanırsa, aynı form üzerine hasta adam diye bir not verilirdi. Turfan vesikalarına göre, cüzam hastalığı gibi bulaşık ve tedavisi olmayan hastalıklara karşı kanun ve yasalar da çıkarılmış ve aynı hastalıklara tabı tutulan kimselerin keyfince diğer kimselerle temasa geçmeleri yasaklanmıştır. sezilirse bir koyun ve para cereme çekmeye buyrulmuştur. Bu süretle bulaşık hastalıklar önlenmiş veya zararı hafifleştirilmiştir.(21)


Karahanlılarda Yürürlükte olan Tıp kanunları Hotenlı Alaiddin Muhammed adlı ünlü tabibin “al- Fikhu-Tıbbıye”(“Tıp Kanunları”anlamında gelir) adlı kıtabında açıkça belirtilmiştir.(22) demek, 9-13 Yüzyıllarda Türklerde Tıp, ilk defa yüksek merhalesine kavuşmuş ve ayrı bir fen olarak bilimsel mahiyet kazanmıştır. klinık açıdan hastalıklar sistemlere ayrılmış ve kurumsallaşmış. Bu arada, Kocu, Beşbalik, Almalik, Kaşgar, Hanbalik, Durun, Horasan ve Kuzey Hindistanda Türk Tıp okulları, Hastaneler ve eczaneler kurulmuştur.

Türklerin Tıp araştırmalarına oldukça önem verdiği bilinmektedir. Türkler milattan önceki 5.yüzyılda ilaçlar üzerinde denemeler yapıp zehirli ve tesirli ilaçları imal etmiştir.
(23) Milattan sonra 5.yüzyılda dağlarda bulunan sürme gibi bir çeşit mineral tedavide kullanılmıştır.

Çin kaynaklarına göre, aynı şeyden yapılmış ilaçla dökülmüş diş ve saçlar yeniden bitmiş.(24) Milattan sonra 6.,-7.yüzyıllarda Türk tabibleri Beres(deriye ak leke düşmek) hastalığının tedavisini bulmuştur. Milattan sonra 8.yüzyılda müziki rolünden yararlanarak kalb ve sınır hastalıkları tedavisinde başarı kazanmıştır.(25)

İdikut Uygur devletinde çabuk yaşlanmamak ve uzun yaşama kavuşmak için Tabibler İdikut yaşam bagışlayıcı şurubu adlı bir merhem ilaç yapmış. bundan faydalanan ünlü Çinli Tabib Sun –Si-Mao Büyük nüshalı uzun yaşam sağlamak merhemi ve Küçük nüshalı uzun yaşam sağlama merhemi adlı ilacları yapmıştır.(26)

Tıp araştırmaları İslamiyetten sonra daha hızlı bir adımla devam etmiştir. Karahanlılarda 11.Yüzyıl tabiblerinden Kaşgarlı Muhammed İbn Raşiddin Ali’nın Tıp araştırmalarına çok ilgi gösterdiği ve bir çok reçeteleri keşfettiği bilinmektedir.(27) Türkler böyle araştırmaları sürdürmekle nazarı, tedavi ve eczacılık bakımından yüksek düzeye ulaşan Tıp teknolojisini yaratmıştır.
Anatomi üzerinde yapılmış araştırmalar da Türk Tıp tarihinin diğer bir özelliğidir. Türklerde adı bilinen ilk tabibin İskit-Saka döneminde yaşayan Anarharsis olduğu gibi, ilk anatomist de milattan sonra 8.yüzyılda yaşayan Şirahandir. Diğer bir adı Canbaşlaktır. Tüpüt Hükümdarı Chi-Zong-Dizen’in tavsiyesi üzerine kendi memleketine giden Şirahan, Lasa’da Tıp öğretimi ve tedaviyle uğraşmıştır. Tarafından yazılan “Diri vücud Ölçüleri” ve “ceset resim nüshaları” adlı kitapların elimizde bulunmamasına rağmen, aynı kitapların Tıp alanında, bilhassa anatomi ve hariciye hastalıkları dalında büyük bir değere sahip olduğu adından anlaşılır.(28) Bu yüzden, anatominin 16.yüzyıla kadar olan ilk devir tarihinden söz açılırken, Şirahan’in adı ihmal edilmez ve Galinus, Razi ve İbn sina gibi büyük bilginlerle beraber dile getirilmesi gerekli gözükmektedir. Kaşgarlı’nın büyük Türkçe sözlüğünde, yanı Divan’da 70 ten fazla anatomi terimleri göze çarpmaktadır.
Ameliyat da Türk Tıp Teknolojisinin büyük gelişmelerindendir. Çin yıllıklarında kendi vücuduna hancer saplayan Suvu’nun Bir Hun cerrahının yaptığı ameliyatla kurtarıldığından söz açılmaktadır.(29) Tang dönemi Çin kaynaklarında Uygurların Beyin ve Göz ameliyatiyle uğraştıklarından söz açılır. Moğol Yuan devletinde moğollar ve Çinlilerin Uygur cerrahlarına beyin ve göz ameliyatı yaptırdığı da yine Çin kaynaklarında geçer.(30)


İlk Türk-İslam devleti Karahanlılarda Kaşgarlı İmamüddin’ın usta cerrah olduğu ve savaşlarda yaralanan askerlerin hep onun elinde ameliyatlı olduğu zikredilir.(31)

Şin -cang’da ve Altay dağlarındaki eski kurganlarda bulunmuş mumyalar ve kuru cesetler de Türklerde ameliyat tarihinin üç bin ve dörd bin yıllara kadar dayandığını belirtmektedir. Pazarık’ta bulunmuş mumyalanan ölülerin derisi “T” şeklinde açılmış ve sonra da dikilmiş. Bu hadisenin neyi ifade ettiğini bilmiyoruz.(32) Türklerin İslamiyetten önce ölüler yanında at, köpek, keçi gibi hayvanları da mumyaladığı bilinmektedir. Mumya geleneği İslamiyetten sonra da devam etmiştir. Selçuklular zamanında mumya yapıldığı bilinmektedir.(33)

1980’li yıllarında Şin- cang’da Kumul, Piçan, Turfan, Hutun-sumul ve Moğol-kure havalisinde bulunmuş kurganlarda beyin, gögüs, pelvis, karın ameliyatı yaptıran ve açılmış yerleri ip, kıl(at kılı) ve saç gibi şeylerle dikişli olan 20 den fazla kuru ceset ortaya çıkarılmış. tarihi iki veya üç bin yıldan fazla bir zamana dayanan aynı cesetler, şimdi Şin -cang müzesinde muhafaza edilmektedir.(34)
Araştırmalara göre, Türk kültürünün son derece gelişme gösteren sahalarından olan Tıp, milattan önce 5.yüzyıldan itibaren Doğu ve Batı’da bulunan çeşitli kavimlerin aynı kültürünü etki altına almaya başlamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder