Gacallar
Kendilerini
"trakya'nın yerlileri" olarak kabul eden, 1300'lü yıllardaki ilk
osmanlı fetihleriyle birlikte trakya'ya yerleştirilen yörük boylarının soyundan
gelen toplum. günümüzde kendini "trakyalı" olarak adlandıran
insanların çoğu 1800'lerden başlayarak günümüze kadar bulgaristan, yunanistan,
makedonya, arnavutluk, sırbistan, romanya vs ülkelerden göçerek/göç ettirilerek
trakya'ya yerleşenler ve onların soyu olduğundan trakya nüfusunda azınlık
durumundadır bu gacallar... "göçmenler" ile gacallar arasında
herhangi bir çatışma olmadığı gibi kültür yapısı olarak da artık birbirlerinden
ayırt edilemez durumdadırlar, bu iki toplum arasında fiziksel olarak en büyük
fark "göçmenler"in (yerel söyleyişle macırlar=muhacirler) çoğunun
daha avrupalı bir yapıya sahip olmalarına (uzun bacaklar, sarı/kumral saç,
mavi/renkli gözler vb) rağmen gacalların çoğunun esmer/siyah saçlı ve kısa
boylu olmalarıdır.(özellikle tekirdağ ilinde yoğunlaşmışlardır, edirne ve
kırklareli daha çok göçmenlerden oluşur günümüze kadar seçimlerde tekirdağ sağ
kırklareli ve edirne ise sol ağırlıklı bir seçmen profili çizmişlerdir bu durum
gacalların uzun yıllar osmanlı ve türkiye topraklarında yaşamış ve balkan
ülkelerinden gelmemiş olmalarından kaynaklanır.Gacallar arasında daha çok
Türkçülük ideolojisi hakimdir.)
çingeneler ve pomaklarla herhangi bir ilgileri yoktur.
çingeneler ve pomaklarla herhangi bir ilgileri yoktur.
GACALLAR ve
GACALLAR!
Osmanlılar Rumeli'ne geçip burada yayılmaya başladıklarında, karşılaştıkları toplumlar arasında Hıristiyan bâzı Türkler de bulunmuşlardır. Bunlar tıpkı Anadolu'nun Hıristiyan Türkleri Karamanlılar gibi, kuzeyden gelen Uz (Guz, Oğuz) , Kuman ve Peçenekler'den arta kalan Türkler'dirler. Artmayanlar ise, bulundukları yerlerdeki Avrupa halk ve uluslarına karışıp, onların içinde eriyerek ortadan kalkmışlardır! Artık, herhâlde kendileri bile Türk asıllarını bilmemektedirler.
Önceleri peygamberli dinlerden hiçbirine mensup olmayan şâmanist bu Türkler, geldikleri buralarda, kendilerini, daha gelişmiş bir inanç kurumu olan Hıristiyanlık içinde bulmuşlardır. Türklerin ilkel ve yalın inançları, kam veyâ şâman denilen büyücü bir takım kişiler eliyle uygulama alanı bulurken, Hıristiyanlık o gün bile üç kıtada yayılıp-örgütlenmiş bir inanç kurumudur. Bu din üstelik bu Türklerin bir süredir tebaası oldukları Bizans ve Bulgarya'nın devlet inancıdır. Bölge imparatorları bile, otoritelerini büyük ölçüde Hıristiyanlık üstüne oturtmuşlardır. İşte bu şartlar altındaki göçmen Türkler, bir süreç sonucunda kaçınılmaz olarak Hıristiyan inancını benimseyeceklerdir. Yunanca (Rumca) konuşan Bizans'ın, Turkopulos veyâ Turkopol, yâni Türkoğlu dediği Türkleri, Rumeli'nde ayrıca üç isim altında görmekteyiz. Bunlardan biri, varlıklarını bugün bile sürdürebilen ve Hıristiyanlıklarını hâlâ da koruyan Gagavuzlardır. İkincisiyse, yazımıza başlık yaptığımız ana konu Gacallar, üçüncüsü Çitaklar ve belki dördüncüsü Konyarlardır. (Bâzı yazarlara göre Çıtaklar ve Gacallar aynı toplulukturlar.)
Gacallar üzerine inceleme yapan bir Bulgar bilgini, bunların, Bulgar devletini kuran Bulgar Türklerinden ve Slavlaşmayıp özlerini koruyanlar olduklarını, kezâ Gagavuzların özlerini korumuş Bulgar Türkü olduklarını düşünmektedir. Tuna Bulgar devletinin Deliorman bölgesinde kurulduğu, başkentin Şumnu yakınındaki Pliska Aboba olduğu dikkate alınırsa, bizim bilemeyeceğimiz başka hususlar da eklenmekle bu husus pekalâ da kabûl edilir bir tez olabilecektir.
Burada hemen belirtelim ki, Orta-Anadolu'da yaşamış Türkçe konuşan Türk Karamanlılar'la bugün hâlâ yoğun olarak Moldova'da (Moldavya) , azınlık olarak da Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan'da yaşamakta olan Türkçe konuşan Türk Gagavuzlar, Hıristiyan olmakla birlikte Türkçe konuşmaya devam ettikleri için sonuçta Türk kalabilmişlerdir. Gacal, Konyar ve Çitaklar ise, Osmanlılarla karşılaştıklarında Türkçe konuşan Hıristiyanlar oldukları hâlde, fazla gecikmeden kaynaştıkları Yörükler'in İslâm dinine geçerek tam ve millî bir entegrasyon sağlamışlardır.
Karamanoğulları'yla birlikte, Orta-Anadolu'da Karaman denilen bölgede yaşadıkları için, kendilerine Karamanlı denilmiş Hıristiyan Türkler, Cumhuriyet'ten sonra Lozan Antlaşması uyarınca toptan Yunanistan'a göçürülmüşlerdir. Oraya Türkçe konuşarak giden atalarının ardından, şimdiki torun Karamanlıların da evlerinde olsun Türkçe konuşabilmekte oldukları bilinmektedir. Ama,Türk asıllarını bilseler bile Yunan'a karşı bunu sakladıkları bir gerçektir. Edirne'de rastladığımız böyle bir kadına, ki biz onu gördüğümüz sırada birkaç adım önünden giden eşine Türkçe seslenmiştir, kendisinin Türklüğünü sormuştuk. Yunanlı ve fakat muhakkak Türk asıllı olan bu kadın, 'hayır ben Hıristiyanım! ' demişti! Biz ona milliyetini sormuştuk; o ise, sorumuzun cevabı olmadığını bile-bile dînî inancını söylemişti! Belliydi ki, Edirne'ye birlikte geldiği diğer Yunanlılar tarafından tanınmak istemiyordu.
Şimdi gene Gacallara dönelim. Osmanlılar Rumeli'ne geçerek bugünkü Bulgarya'da yayılıp-tutunmaya başladıkları sırada, bu Ülke'nin kuzey-doğusundaki şimdi Deliorman denilen bölgede, Türkçe konuşan bir toplumla karşılaşmışlardır. Bu toplum, şâmanist geldiği Bulgarya'da Hıristiyanlaşmış Gacal Türkleridir. Balkanlarda, Bizans ve Bulgarlar'ın yerini Osmanlılar alınca, hâliyle din egemenliği de İslâm’a geçmiştir. Esâsen Türk olan Gacallar'ın, gene Türk olan Osmanlı'nın dinine girmesi, bu yüzden çok çabuk ve kolay olacaktır. Osmanlı'nın Rumeli'ne geçirdiği Türkmen-Yörükler'le Gacallar'ın, hattâ Rumeli'nin Türkleştirilmesine katkı için bundan daha sonra Kırım'dan getirilen, henüz Kırım'dayken İslâma girmiş Tatarlar'ın birlikte ve problemsiz yaşamalarında, İslâm ve Türklük eşit rol oynamışlardır. Ortak hayatın ilk yıllarından îtibâren birbirlerine karışırlarken, Gacallar diğerlerine göre yerli olduklarından bu özelliklerini adlarıyla birlikte sonuna kadar korumuşlardır. Aralarında evlilik bağları dahî kurulmuş olsa, Gacalların yerli oluşları hep vurgulanmış, Gacal ve yerli sözleri özde birleşmiş, eş değer ve anlam kazanmışlardır.
Deliorman Türkleri böylece mutlu ve refah içinde birkaç yüz yıl yaşadıktan sonra, 1877 yılına gelinmiştir. Halk ağzında, Hicrî tarihe göre [93 Harbi] denilen Türk-Rus savaşı bu yıl patlamış, arkasından da Türkiye yönüne büyük ve perîşan bir göçü getirmiştir. Göç Anadolu içlerine kadar uzamıştır fakat, önemli bir nüfus Trakya'da kalıp buraya yerleşmişlerdir. Trakya'nın, artık yerli ve göçmen olarak ayrılan iki toplumu vardır. Bu ayrılık düşmanlık doğurmadan kendiliğinden oluşmuştur. Göçmenler, aralarında bizzat Deliorman Gacalları da olmalarına rağmen, yerli halka, tabiatıyla yerli anlamında Gacal demeyi uygun görmüşlerdir. Böylece, yerli (eski) halk sanal Gacal olmuş, diğerlerine ise, asıl Gacallarla birlikte ve sâdece muhâcir (göçmen) denmiştir. Bu durum, yâni Trakya'daki asıl ve sanal Gacal varlığı bugün hâlâ daha geçerliğini sürdürmektedir.
Buna canlı bir örnek gerekirse, Havsa'nın Necâtiye köyünde gerçek Gacallar yaşamaktadırlar. Bunlar kendilerini bilip-tanıdıkları gibi, durumlarını açıkça da ifâde etmektedirler. Trakya'nın başka yerlerinde de toplu ve dağınık olarak asıl Gacallara rastlamak mümkündür. Bunun yanında Yunanistan'ın Dedeağaç, Drama, Kayalar, Serez gibi birimlerinde de gene Gacallar yaşamaktadırlar.
Osmanlılar Rumeli'ne geçip burada yayılmaya başladıklarında, karşılaştıkları toplumlar arasında Hıristiyan bâzı Türkler de bulunmuşlardır. Bunlar tıpkı Anadolu'nun Hıristiyan Türkleri Karamanlılar gibi, kuzeyden gelen Uz (Guz, Oğuz) , Kuman ve Peçenekler'den arta kalan Türkler'dirler. Artmayanlar ise, bulundukları yerlerdeki Avrupa halk ve uluslarına karışıp, onların içinde eriyerek ortadan kalkmışlardır! Artık, herhâlde kendileri bile Türk asıllarını bilmemektedirler.
Önceleri peygamberli dinlerden hiçbirine mensup olmayan şâmanist bu Türkler, geldikleri buralarda, kendilerini, daha gelişmiş bir inanç kurumu olan Hıristiyanlık içinde bulmuşlardır. Türklerin ilkel ve yalın inançları, kam veyâ şâman denilen büyücü bir takım kişiler eliyle uygulama alanı bulurken, Hıristiyanlık o gün bile üç kıtada yayılıp-örgütlenmiş bir inanç kurumudur. Bu din üstelik bu Türklerin bir süredir tebaası oldukları Bizans ve Bulgarya'nın devlet inancıdır. Bölge imparatorları bile, otoritelerini büyük ölçüde Hıristiyanlık üstüne oturtmuşlardır. İşte bu şartlar altındaki göçmen Türkler, bir süreç sonucunda kaçınılmaz olarak Hıristiyan inancını benimseyeceklerdir. Yunanca (Rumca) konuşan Bizans'ın, Turkopulos veyâ Turkopol, yâni Türkoğlu dediği Türkleri, Rumeli'nde ayrıca üç isim altında görmekteyiz. Bunlardan biri, varlıklarını bugün bile sürdürebilen ve Hıristiyanlıklarını hâlâ da koruyan Gagavuzlardır. İkincisiyse, yazımıza başlık yaptığımız ana konu Gacallar, üçüncüsü Çitaklar ve belki dördüncüsü Konyarlardır. (Bâzı yazarlara göre Çıtaklar ve Gacallar aynı toplulukturlar.)
Gacallar üzerine inceleme yapan bir Bulgar bilgini, bunların, Bulgar devletini kuran Bulgar Türklerinden ve Slavlaşmayıp özlerini koruyanlar olduklarını, kezâ Gagavuzların özlerini korumuş Bulgar Türkü olduklarını düşünmektedir. Tuna Bulgar devletinin Deliorman bölgesinde kurulduğu, başkentin Şumnu yakınındaki Pliska Aboba olduğu dikkate alınırsa, bizim bilemeyeceğimiz başka hususlar da eklenmekle bu husus pekalâ da kabûl edilir bir tez olabilecektir.
Burada hemen belirtelim ki, Orta-Anadolu'da yaşamış Türkçe konuşan Türk Karamanlılar'la bugün hâlâ yoğun olarak Moldova'da (Moldavya) , azınlık olarak da Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan'da yaşamakta olan Türkçe konuşan Türk Gagavuzlar, Hıristiyan olmakla birlikte Türkçe konuşmaya devam ettikleri için sonuçta Türk kalabilmişlerdir. Gacal, Konyar ve Çitaklar ise, Osmanlılarla karşılaştıklarında Türkçe konuşan Hıristiyanlar oldukları hâlde, fazla gecikmeden kaynaştıkları Yörükler'in İslâm dinine geçerek tam ve millî bir entegrasyon sağlamışlardır.
Karamanoğulları'yla birlikte, Orta-Anadolu'da Karaman denilen bölgede yaşadıkları için, kendilerine Karamanlı denilmiş Hıristiyan Türkler, Cumhuriyet'ten sonra Lozan Antlaşması uyarınca toptan Yunanistan'a göçürülmüşlerdir. Oraya Türkçe konuşarak giden atalarının ardından, şimdiki torun Karamanlıların da evlerinde olsun Türkçe konuşabilmekte oldukları bilinmektedir. Ama,Türk asıllarını bilseler bile Yunan'a karşı bunu sakladıkları bir gerçektir. Edirne'de rastladığımız böyle bir kadına, ki biz onu gördüğümüz sırada birkaç adım önünden giden eşine Türkçe seslenmiştir, kendisinin Türklüğünü sormuştuk. Yunanlı ve fakat muhakkak Türk asıllı olan bu kadın, 'hayır ben Hıristiyanım! ' demişti! Biz ona milliyetini sormuştuk; o ise, sorumuzun cevabı olmadığını bile-bile dînî inancını söylemişti! Belliydi ki, Edirne'ye birlikte geldiği diğer Yunanlılar tarafından tanınmak istemiyordu.
Şimdi gene Gacallara dönelim. Osmanlılar Rumeli'ne geçerek bugünkü Bulgarya'da yayılıp-tutunmaya başladıkları sırada, bu Ülke'nin kuzey-doğusundaki şimdi Deliorman denilen bölgede, Türkçe konuşan bir toplumla karşılaşmışlardır. Bu toplum, şâmanist geldiği Bulgarya'da Hıristiyanlaşmış Gacal Türkleridir. Balkanlarda, Bizans ve Bulgarlar'ın yerini Osmanlılar alınca, hâliyle din egemenliği de İslâm’a geçmiştir. Esâsen Türk olan Gacallar'ın, gene Türk olan Osmanlı'nın dinine girmesi, bu yüzden çok çabuk ve kolay olacaktır. Osmanlı'nın Rumeli'ne geçirdiği Türkmen-Yörükler'le Gacallar'ın, hattâ Rumeli'nin Türkleştirilmesine katkı için bundan daha sonra Kırım'dan getirilen, henüz Kırım'dayken İslâma girmiş Tatarlar'ın birlikte ve problemsiz yaşamalarında, İslâm ve Türklük eşit rol oynamışlardır. Ortak hayatın ilk yıllarından îtibâren birbirlerine karışırlarken, Gacallar diğerlerine göre yerli olduklarından bu özelliklerini adlarıyla birlikte sonuna kadar korumuşlardır. Aralarında evlilik bağları dahî kurulmuş olsa, Gacalların yerli oluşları hep vurgulanmış, Gacal ve yerli sözleri özde birleşmiş, eş değer ve anlam kazanmışlardır.
Deliorman Türkleri böylece mutlu ve refah içinde birkaç yüz yıl yaşadıktan sonra, 1877 yılına gelinmiştir. Halk ağzında, Hicrî tarihe göre [93 Harbi] denilen Türk-Rus savaşı bu yıl patlamış, arkasından da Türkiye yönüne büyük ve perîşan bir göçü getirmiştir. Göç Anadolu içlerine kadar uzamıştır fakat, önemli bir nüfus Trakya'da kalıp buraya yerleşmişlerdir. Trakya'nın, artık yerli ve göçmen olarak ayrılan iki toplumu vardır. Bu ayrılık düşmanlık doğurmadan kendiliğinden oluşmuştur. Göçmenler, aralarında bizzat Deliorman Gacalları da olmalarına rağmen, yerli halka, tabiatıyla yerli anlamında Gacal demeyi uygun görmüşlerdir. Böylece, yerli (eski) halk sanal Gacal olmuş, diğerlerine ise, asıl Gacallarla birlikte ve sâdece muhâcir (göçmen) denmiştir. Bu durum, yâni Trakya'daki asıl ve sanal Gacal varlığı bugün hâlâ daha geçerliğini sürdürmektedir.
Buna canlı bir örnek gerekirse, Havsa'nın Necâtiye köyünde gerçek Gacallar yaşamaktadırlar. Bunlar kendilerini bilip-tanıdıkları gibi, durumlarını açıkça da ifâde etmektedirler. Trakya'nın başka yerlerinde de toplu ve dağınık olarak asıl Gacallara rastlamak mümkündür. Bunun yanında Yunanistan'ın Dedeağaç, Drama, Kayalar, Serez gibi birimlerinde de gene Gacallar yaşamaktadırlar.
Pomaklar en genel tanımıyla ‘pomakça’ konuşan, slav
kökenli Balkanların beş ülkesine(Bulgaristan-Yunanistan-Türkiye-Makedonya-Arnavutluk)
yayılmış müslüman bir azınlıktır.
Balkan tarihinin karışıklığınında mirası olarak Pomaklar’ın kesin ve uzlaşılan bir köken tespiti her ne kadar yapılamamışsa da (slav kökenli olmaları konusunda bir fikir birliği mevcuttur), tarih kitapları arasında geçen ve gözden kaçırılan bir gerçeklik vardır. Bu da yıllardır söylenen (Türk resmi söylemi) Pomaklar’ın Peçenek-Uz-Kuman Türklerinin devamı olduğunu boşa çıkarmaktadır .Bu da daha Balkanlara Türk göçü (10.asırdaki) yaşanmadan önceki büyük Slav göçüdür. Bu göçler esnasında balkanlara Bulgar kavimleriyle birlikte ve akraba olan bir başka kavim Ekslavonlar yerleşmiştir ve yerleştikleri bölge yıllar sonra Pomaklar adıyla çıkan gurubun anavatanı sayılan Rodoplar bölgesidir. Ekslavonlar incelendiğinde günümüzdeki Pomaklarla dil,kültür,fiziksel özellik bakımından tıpatıp aynıdırlar. Ekslavonların adının hiç geçmemesinin sebebi balkanlara geldikleri gibi Bizansa karşı savaş yürütmüş olmalarından kaynaklanıyor.Daha sonraki süreçlerde dinsel olarakta ortodosk hıristiyanlardan uzak bir inanış içerisine (bogomolizm) girmiş olmalarından kaynaklı kendi soydaşlarınca bile düşman ve yok edilmesi gereken bir kavim olarak görülmüştür.Bunların sonucunda da tarih kitaplarına hiç geçirilmemiş adeta yok sayılarak yok edilmek istenmistir.Taki Osmanlının bölgeye gelmesine kadar bu süreç böyle geçmiştir. Bu süreç içerisinde Bulgarlaşma sürecine girilmiştir. Fakat eksik kalmaktadır ve bu süreç krize girdiğinde Osmanlının balkanlara gelmesiyle daha da derinleşerek kırılma noktası oluşmuş oldu.
Ana kütle olarak Ekslavon kavmi olmak üzere bir Pomak grubu ortaya çıkmaya başladı. Böylesi süreçler kartopu gibidir. Küçük bir çekirdek yuvarlandıkça büyür gayrı memnunları da yanına çeker., Gayrımemnuniyet eskiden gelebileceği gibi bazıları için çok sonralarıda ortaya çıkar. Osmanlı döneminde islamlaşmanın avantajları Bulgarlık açısından yeni bir gayrımemnuniyet zeminidir. Hazırda zaten yeni ismiyle bir Pomak(Ekslavon kavmi) oluşumu vardır ve bu yeni gayrımemnuniyetsiz kesimi de içerisine çekerek büyür.Özellikle Lofça yöresi Pomakları buna en gözel örnektir kanımca. Çünkü yaşayışları ve dilleri farklı, hayvancı olmaktan çok tarımcıdırlar. Kuzey Bulgaristandaki köyleri dere yataklarındaki verimli arazilerde çok önceden beri tarım yapıyorlardı. Bundan dolayı hayvancı Rodop halkından farklıdırlar.İşte bu kartopu gibi yuvarlanış, büyüme ve balkanlardaki bütün gayrımemnuniyetsizlerin bir Pomak kütlesi etrafında birleşmesi günümüzde yapılan köken tartışmalarını da çıkmaza sokmaktadır.Nedeni ise her kesimin(Bulgar-Türk ve Yunan) pomakların içine baktığında kendine dayanak çıkartacak malzemeler bulabilmesidir. Bir de buna devletler arası politik entrikalarının da girmesiyle daha da karmaşık hal almıştır. Bir Bulgar yazarı rahatlıkla Pomaklar içinde eriyen müslüman Bulgarlardan yola çıkarak tüm Pomak kütlesine Bulgar damgası vurmaktan rahatsızlık duymaz. Yine Yunanlılar, Pomakların içinde erimiş olma ihtimali yüksek olan eski trakların varlığından yola çıkarak Yunan kökenli sayabilmektedir ve Türk tarihçileri ilk önce bulgarlaşan fakat Osmanlının gelmesiyle bundan sıyrılıp Pomak kütlesine katılan Peçenek-Kuman-Uz kütlesine dayanarak PomakTürkleri diyebilmektedir. Bu kısa girişten sonra günümüzde neler dendiğine bir göz atmak gerekiyor ,ama yukarıdaki yaptığım kısa açıklama doğrultusunda yorumlayarak...
Şimdi Pomaklar kimdir sorusuna çeşitli kaynakların verdiği cevaplara bir göz atmak gerekirse:
1-İngiliz Balkan azınlıklar uzmanı Hugh Poulton:Bulgar Müslümanlarının dini bir azınlık olduğunu,ana dil olarak Bulgarcayı konuşan, fakat islami geleneklere bağlı Slavik Bulgarlar olduklarını yazmaktadır.
2-F.Kanitz;’’Pomak’’sözcüğünün Slavca ‘’pomoçi’’(yardım etmek)fiilinin ‘’pomagaçi’’(yardımcı) biçiminden geldiğini ve Pomaklar’ın Osmanlı akıncı beylerine yerel savaşlarda ve fütühatlarında devamlı olarak ‘’yardımcı’’lık yaptıkları için bu adı aldıklarını ileri sürüyor. Pomagaçi, Balkan lehçesinde ‘’pomağa’’,daha sonra ‘’Pomak’’ şeklini almıştır.
3-Ischirkoff ve F. Bayraktareviç: Pomaklar’ın yoğun yaşadığı Rodoplar’da halkın,kendisini Achiryani veya Agaryani diye adlandırdıklarını yazıyor.(Türkiyede de Trakya bölgesinde Agren Pomak ları adıyla anılan bir pomak kesimi mevcut). Bu sözcüklerin Bulgarca’da hiçbir anlamı yok. Ama Milattan üç-dört yüzyıl önce eski Yunanistan’da yaşayan bir etnik grup;’’Grek Agriyani’’ olabilir. Pomakça’daki sözcüklerin yalnızca yüzde 5’i Yunanca’yı içeriyor.
4-Bulgar edebiyatında önemli bir yeri olan Veda Slavena adlı aserlerdeki öykülerin birçoğu, Rodoplar havzasında geçiyor ve Pomaklar’ın eski Trak kavimlerinden geldikleri,inançları,gelenekleri anlatılıyor. Trakya’ya adını veren Traklar, MÖ 2000-3000 yıllarında bu bölgede kabileler halinde yaşıyorlardı.
5-Genel Türk resmi tarhihçileri ve milliyetçi görüşler pomaklar’ın XI . ve XII . yüzyılda Ukrayna ve Romanya üzerinden Balkanlara inen Kuman ve Peçenek Türkleri’nin soyundan günümüze uzanan bir geçmişi olduğu savunulur. Günümüzdede yazılarında ‘’Pomak Türkleri’’ adlandırması kullanılır.
Görüleceği üzere çok karmaşık bir hal alan Pomaklar’ın köken tartışmaları uzun sürecek bir konudur.Burda asıl dikkat edilmesi gereken tek bir konu vardır aslında Pomaklar’ın binlerce yıl önceki kökenlerini araştırılırken günümüzde Pomak’lık ve de Pomakça dili bu tartışmalar çerçevesinde kaybolmakta ve hatta bilinçli olarak kaybedilmeye çalışılmaktadır. Elbetteki bu türlü çabalar sonuç almayacağı gün gibi ortadadır, günümüzde Pomaklar diye bir grup vede Pomakça diye konuşan birileri var mı buna bakmak bunu esas almak gerekir. Dil ve yaşadığı coğrafya bakıldığında vede fiziksel özelliklerden tutun da gelenek göreneklerin çoğunluğu slavik özellikler taşıdığı görülecektir.
Bu çerçevede şu tür yaklaşımlarda mevcuttur: ‘’Pomaklar slav asıllıdır" iddiasını kabul etmeden önce çok daha fazla bilgiye ve kanıta ihtiyacımız var ‘’deyimi tamamen ters.
İşin gerçeği şu(Türkiye de) bazı Pan-Türkist milliyetçi yazarların iddiaları bir yana; bölgedeki ülkelerin tamamı ve Türkiyedeki akademik kaynaklar başta olmak üzere dünyanın bütün ileri gelen akademik kaynakları Pomakların Slav asıllı müslümanlaşmış bir grup olduğunu peşinen kabul ettiği halde,süreç tam tersine ilerliyor. Pomakların slav asıllı,balkanlı bir topluluk olduğuna ilişkin deliller süratle ortadan kayboluyor,kaybediliyor.
Balkan tarihinin karışıklığınında mirası olarak Pomaklar’ın kesin ve uzlaşılan bir köken tespiti her ne kadar yapılamamışsa da (slav kökenli olmaları konusunda bir fikir birliği mevcuttur), tarih kitapları arasında geçen ve gözden kaçırılan bir gerçeklik vardır. Bu da yıllardır söylenen (Türk resmi söylemi) Pomaklar’ın Peçenek-Uz-Kuman Türklerinin devamı olduğunu boşa çıkarmaktadır .Bu da daha Balkanlara Türk göçü (10.asırdaki) yaşanmadan önceki büyük Slav göçüdür. Bu göçler esnasında balkanlara Bulgar kavimleriyle birlikte ve akraba olan bir başka kavim Ekslavonlar yerleşmiştir ve yerleştikleri bölge yıllar sonra Pomaklar adıyla çıkan gurubun anavatanı sayılan Rodoplar bölgesidir. Ekslavonlar incelendiğinde günümüzdeki Pomaklarla dil,kültür,fiziksel özellik bakımından tıpatıp aynıdırlar. Ekslavonların adının hiç geçmemesinin sebebi balkanlara geldikleri gibi Bizansa karşı savaş yürütmüş olmalarından kaynaklanıyor.Daha sonraki süreçlerde dinsel olarakta ortodosk hıristiyanlardan uzak bir inanış içerisine (bogomolizm) girmiş olmalarından kaynaklı kendi soydaşlarınca bile düşman ve yok edilmesi gereken bir kavim olarak görülmüştür.Bunların sonucunda da tarih kitaplarına hiç geçirilmemiş adeta yok sayılarak yok edilmek istenmistir.Taki Osmanlının bölgeye gelmesine kadar bu süreç böyle geçmiştir. Bu süreç içerisinde Bulgarlaşma sürecine girilmiştir. Fakat eksik kalmaktadır ve bu süreç krize girdiğinde Osmanlının balkanlara gelmesiyle daha da derinleşerek kırılma noktası oluşmuş oldu.
Ana kütle olarak Ekslavon kavmi olmak üzere bir Pomak grubu ortaya çıkmaya başladı. Böylesi süreçler kartopu gibidir. Küçük bir çekirdek yuvarlandıkça büyür gayrı memnunları da yanına çeker., Gayrımemnuniyet eskiden gelebileceği gibi bazıları için çok sonralarıda ortaya çıkar. Osmanlı döneminde islamlaşmanın avantajları Bulgarlık açısından yeni bir gayrımemnuniyet zeminidir. Hazırda zaten yeni ismiyle bir Pomak(Ekslavon kavmi) oluşumu vardır ve bu yeni gayrımemnuniyetsiz kesimi de içerisine çekerek büyür.Özellikle Lofça yöresi Pomakları buna en gözel örnektir kanımca. Çünkü yaşayışları ve dilleri farklı, hayvancı olmaktan çok tarımcıdırlar. Kuzey Bulgaristandaki köyleri dere yataklarındaki verimli arazilerde çok önceden beri tarım yapıyorlardı. Bundan dolayı hayvancı Rodop halkından farklıdırlar.İşte bu kartopu gibi yuvarlanış, büyüme ve balkanlardaki bütün gayrımemnuniyetsizlerin bir Pomak kütlesi etrafında birleşmesi günümüzde yapılan köken tartışmalarını da çıkmaza sokmaktadır.Nedeni ise her kesimin(Bulgar-Türk ve Yunan) pomakların içine baktığında kendine dayanak çıkartacak malzemeler bulabilmesidir. Bir de buna devletler arası politik entrikalarının da girmesiyle daha da karmaşık hal almıştır. Bir Bulgar yazarı rahatlıkla Pomaklar içinde eriyen müslüman Bulgarlardan yola çıkarak tüm Pomak kütlesine Bulgar damgası vurmaktan rahatsızlık duymaz. Yine Yunanlılar, Pomakların içinde erimiş olma ihtimali yüksek olan eski trakların varlığından yola çıkarak Yunan kökenli sayabilmektedir ve Türk tarihçileri ilk önce bulgarlaşan fakat Osmanlının gelmesiyle bundan sıyrılıp Pomak kütlesine katılan Peçenek-Kuman-Uz kütlesine dayanarak PomakTürkleri diyebilmektedir. Bu kısa girişten sonra günümüzde neler dendiğine bir göz atmak gerekiyor ,ama yukarıdaki yaptığım kısa açıklama doğrultusunda yorumlayarak...
Şimdi Pomaklar kimdir sorusuna çeşitli kaynakların verdiği cevaplara bir göz atmak gerekirse:
1-İngiliz Balkan azınlıklar uzmanı Hugh Poulton:Bulgar Müslümanlarının dini bir azınlık olduğunu,ana dil olarak Bulgarcayı konuşan, fakat islami geleneklere bağlı Slavik Bulgarlar olduklarını yazmaktadır.
2-F.Kanitz;’’Pomak’’sözcüğünün Slavca ‘’pomoçi’’(yardım etmek)fiilinin ‘’pomagaçi’’(yardımcı) biçiminden geldiğini ve Pomaklar’ın Osmanlı akıncı beylerine yerel savaşlarda ve fütühatlarında devamlı olarak ‘’yardımcı’’lık yaptıkları için bu adı aldıklarını ileri sürüyor. Pomagaçi, Balkan lehçesinde ‘’pomağa’’,daha sonra ‘’Pomak’’ şeklini almıştır.
3-Ischirkoff ve F. Bayraktareviç: Pomaklar’ın yoğun yaşadığı Rodoplar’da halkın,kendisini Achiryani veya Agaryani diye adlandırdıklarını yazıyor.(Türkiyede de Trakya bölgesinde Agren Pomak ları adıyla anılan bir pomak kesimi mevcut). Bu sözcüklerin Bulgarca’da hiçbir anlamı yok. Ama Milattan üç-dört yüzyıl önce eski Yunanistan’da yaşayan bir etnik grup;’’Grek Agriyani’’ olabilir. Pomakça’daki sözcüklerin yalnızca yüzde 5’i Yunanca’yı içeriyor.
4-Bulgar edebiyatında önemli bir yeri olan Veda Slavena adlı aserlerdeki öykülerin birçoğu, Rodoplar havzasında geçiyor ve Pomaklar’ın eski Trak kavimlerinden geldikleri,inançları,gelenekleri anlatılıyor. Trakya’ya adını veren Traklar, MÖ 2000-3000 yıllarında bu bölgede kabileler halinde yaşıyorlardı.
5-Genel Türk resmi tarhihçileri ve milliyetçi görüşler pomaklar’ın XI . ve XII . yüzyılda Ukrayna ve Romanya üzerinden Balkanlara inen Kuman ve Peçenek Türkleri’nin soyundan günümüze uzanan bir geçmişi olduğu savunulur. Günümüzdede yazılarında ‘’Pomak Türkleri’’ adlandırması kullanılır.
Görüleceği üzere çok karmaşık bir hal alan Pomaklar’ın köken tartışmaları uzun sürecek bir konudur.Burda asıl dikkat edilmesi gereken tek bir konu vardır aslında Pomaklar’ın binlerce yıl önceki kökenlerini araştırılırken günümüzde Pomak’lık ve de Pomakça dili bu tartışmalar çerçevesinde kaybolmakta ve hatta bilinçli olarak kaybedilmeye çalışılmaktadır. Elbetteki bu türlü çabalar sonuç almayacağı gün gibi ortadadır, günümüzde Pomaklar diye bir grup vede Pomakça diye konuşan birileri var mı buna bakmak bunu esas almak gerekir. Dil ve yaşadığı coğrafya bakıldığında vede fiziksel özelliklerden tutun da gelenek göreneklerin çoğunluğu slavik özellikler taşıdığı görülecektir.
Bu çerçevede şu tür yaklaşımlarda mevcuttur: ‘’Pomaklar slav asıllıdır" iddiasını kabul etmeden önce çok daha fazla bilgiye ve kanıta ihtiyacımız var ‘’deyimi tamamen ters.
İşin gerçeği şu(Türkiye de) bazı Pan-Türkist milliyetçi yazarların iddiaları bir yana; bölgedeki ülkelerin tamamı ve Türkiyedeki akademik kaynaklar başta olmak üzere dünyanın bütün ileri gelen akademik kaynakları Pomakların Slav asıllı müslümanlaşmış bir grup olduğunu peşinen kabul ettiği halde,süreç tam tersine ilerliyor. Pomakların slav asıllı,balkanlı bir topluluk olduğuna ilişkin deliller süratle ortadan kayboluyor,kaybediliyor.
Pomaklar; Balkanlarda yaşayan slav asıllı
müslüman topluluğudur. Pomak kelimesi slavca pomaçi (yardım etmek), sözcüğünden
türeyen pomagaçi (yardımcı) anlamındadır.
İlk olarak Rodoplar'da yaşıyan pomaklar, Türklerin 1356'dan itibaren Rumeli'ye geçmeye başlamasıyla 17. yy'dan sonra müslümanlaştırıldılar. Konuştukları dil slavca ve bulgarca karışımından olan pomakçadır. Pomakçanın kendi dillerine yakın olması sebebi ile bulgarlar (pomak: bulgarca şiddet göstermek anlamındadır) pomaklara "müslüman bulgarlar" demektedirler. Pomakların bulgaristanda yaşadığı bölgeler Lofça, Plevne, Rahova, Filibe idi. Bulgarlar zamanında bulgarlaştırılmak istenen pomaklar, istenilen sonuç alınmayınca göçe zorlandılar. 1877-1878 Türk-Rus savaşları sırasında ise pomakların bir kısmı Makedonya'ya bir kısmı ise Anadolu'ya göç etmişlerdir. Bugün iki türlü pomak vardır; Bulgaristan'dan gelen ve pomakça konuşan "Bulgar pomakları" ve Yunanistan'dan gelen slavca konuşan "Yunan pomakları"...
Uzun bir süre Osmanlı yönetimi altında yaşadıkları ve tarih boyunca türlü sebeplerden dolayı hırıstiyanlar tarafından kıyımlara uğradıkları için kendilerini etnik açıdan Türk olmadıkları halde Türklere daha yakın hissetmektedirler. Bu yakınlığın en önemli sebebi ise müslüman oluşlarıdır. Özellikle bugün Bursa, Kırklareli, Çanakkale, Balıkesir, Bandırma ve çevrelerinde pomaklar vardır. Bu pomaklar bulgar şivesi ile Türkçe konuşurlar. Ama asılları slavdır. Özellikle Makedonya'da komünizme karşı mücadele ettikleri için milliyetçi çevrenin bir kısmının hoşgörüsünü kazanmışlardır ama "Türk" olduklarını iddia etmek yanlıştır.
Orkun Dergisi'nin sözde Türkçü çizgide yayın yapan bir dergi olması, orada her yazılanın "doğru" olduğu anlamına gelmez. Irken bizden farklı bir etnik kökene sahip topluluğa "Türk" demek kesinlikle yanlıştır. Türklük bu kadar ucuz bir şey mi ki herkese bol kepçeden dağıtalım? Ayrıca milli mücadele yıllarında pomak çetelerinin İngiliz yardımları ile Kuvâ-yı Milliye'ye karşı savaştığı gerçeğini unutmamak gerekmektedir. Atatürk'ün büyük eseri Nutuk'ta "Akbaş Kahramanı" olarak anılan Kaymakam Hamdi Bey pomak çetelerince katledilen bir şehidimizdir
İlk olarak Rodoplar'da yaşıyan pomaklar, Türklerin 1356'dan itibaren Rumeli'ye geçmeye başlamasıyla 17. yy'dan sonra müslümanlaştırıldılar. Konuştukları dil slavca ve bulgarca karışımından olan pomakçadır. Pomakçanın kendi dillerine yakın olması sebebi ile bulgarlar (pomak: bulgarca şiddet göstermek anlamındadır) pomaklara "müslüman bulgarlar" demektedirler. Pomakların bulgaristanda yaşadığı bölgeler Lofça, Plevne, Rahova, Filibe idi. Bulgarlar zamanında bulgarlaştırılmak istenen pomaklar, istenilen sonuç alınmayınca göçe zorlandılar. 1877-1878 Türk-Rus savaşları sırasında ise pomakların bir kısmı Makedonya'ya bir kısmı ise Anadolu'ya göç etmişlerdir. Bugün iki türlü pomak vardır; Bulgaristan'dan gelen ve pomakça konuşan "Bulgar pomakları" ve Yunanistan'dan gelen slavca konuşan "Yunan pomakları"...
Uzun bir süre Osmanlı yönetimi altında yaşadıkları ve tarih boyunca türlü sebeplerden dolayı hırıstiyanlar tarafından kıyımlara uğradıkları için kendilerini etnik açıdan Türk olmadıkları halde Türklere daha yakın hissetmektedirler. Bu yakınlığın en önemli sebebi ise müslüman oluşlarıdır. Özellikle bugün Bursa, Kırklareli, Çanakkale, Balıkesir, Bandırma ve çevrelerinde pomaklar vardır. Bu pomaklar bulgar şivesi ile Türkçe konuşurlar. Ama asılları slavdır. Özellikle Makedonya'da komünizme karşı mücadele ettikleri için milliyetçi çevrenin bir kısmının hoşgörüsünü kazanmışlardır ama "Türk" olduklarını iddia etmek yanlıştır.
Orkun Dergisi'nin sözde Türkçü çizgide yayın yapan bir dergi olması, orada her yazılanın "doğru" olduğu anlamına gelmez. Irken bizden farklı bir etnik kökene sahip topluluğa "Türk" demek kesinlikle yanlıştır. Türklük bu kadar ucuz bir şey mi ki herkese bol kepçeden dağıtalım? Ayrıca milli mücadele yıllarında pomak çetelerinin İngiliz yardımları ile Kuvâ-yı Milliye'ye karşı savaştığı gerçeğini unutmamak gerekmektedir. Atatürk'ün büyük eseri Nutuk'ta "Akbaş Kahramanı" olarak anılan Kaymakam Hamdi Bey pomak çetelerince katledilen bir şehidimizdir
1015 yılında Avrupa
haritası. Peçenekler mavi bölgede.
İslam
kaynaklarında “Beçene, Beçenek, Biçene”; Anadolu ağzında “Peçeneke, Beçenek”
olan boyun adı, “iyi çalışır, gayret gösterir” manasındadır. Peçeneklere
İslam, Allah'ın insanlara Hz. Muhammed (sav)
aracılığı ile gönderdiği son ilahi dindir. Arapçada seleme (Allah'a tamamen
bağlanmak) kökünden gelen İslam sözcüğünün Türkçe anlamı "Allah'a ve onun
buyruklarına kayıtsız şartsız inanan" demektir. Bu kelime aynı zamanda,
Hz. Muhammed aracılığıyla ilkeleri bildirilen ve Müslüman adı verilen (Arapça
İslamlığı kabul eden anlamına, müslim'den) 600 milyon insanı bünyesinde
toplamış büyük bir dinin de adıdır.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’nun İS 395’te
Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasıyla ortaya çıktı. Başkenti Roma olan Batı
Roma İmparatorluğu 5. yüzyılda Germen kabilelerince yıkıldı. Merkezi
Konstantinopolis (bugün İstanbul) olan ve Doğu Roma İmparatorluğu da denen
Bizans İmparatorluğu ise, bin yılı aşkın bir süre varlığını sürdürdü. Bizans’ın
ortaya çıkışı, Roma İmparatoru Constantinus’un başkenti Roma’dan bugünkü
İstanbul’a taşımasıyla da yakından ilişkilidir.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Latinler Avrupa'daki ırk ve dil
gruplarından. Latin kelimesinin aslı, İtalya'daki Latium bölgesinden gelmekte
olup, zamanla bölge adından çok, Latince konuşan kavimler manasını almıştır.
Latium bölgesindeki küçük şehirler, iktisadi ve dini sebeplerle birlik haline gelince; Roma, Alba Longa, Aricia, Gabü, Fidene, Lanuvium, Pedo, Praenerte, Tebur, Tasalum içinde, en fazla Roma, gelişme gösterdi. Roma, zamanla diğer şehirlere de hakim olarak, merkezileşip, kuvvetlendi. Roma Birliğ
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Latium bölgesindeki küçük şehirler, iktisadi ve dini sebeplerle birlik haline gelince; Roma, Alba Longa, Aricia, Gabü, Fidene, Lanuvium, Pedo, Praenerte, Tebur, Tasalum içinde, en fazla Roma, gelişme gösterdi. Roma, zamanla diğer şehirlere de hakim olarak, merkezileşip, kuvvetlendi. Roma Birliğ
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Rus, genellikle Rusya Federasyonu'nda yaşayan Doğu Slav
halkı veya bu halkın soyundan olan kimselere denir. Dünya çapında yaklaşık 136
milyon kişi civarında bir nufüsa sahiptirler.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Macarlar
“Beşennyö”,
Ermeniler, çoğunluğu Ermenistan'da olmak üzere başta
Rusya ve ABD'de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan halka verilen ad.
Yeryüzünde çeşitli ülkelere dağılmış 7 milyon civarında Ermeni bulunduğu
sanılmaktadır. Ermenistan'daki Ermeni nüfusu resmi rakamlara göre 3 milyon
civarındadır. Türkiye'deki Ermeni nüfusu çeşitli kaynaklara göre 35.000 ila
50.000 olup hemen hemen hepsi İstanbul ilinde yaşamaktadır.
Orta Asya’da, Seyhun (Siriderya) ile İdil (Volga) nehirleri arasındadır.
Orta Asya’da, Seyhun (Siriderya) ile İdil (Volga) nehirleri arasındadır.
Kazakistan,
Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan, Çin'in bir kısmı
(Doğu Türkistan), Rusya ve Pakistan'ın bir kısmından oluşan bölge ve bölgeyi
tanımlamak için kullanılan coğrafi terim.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Hazar
Hakanlığı ve Oğuzlar'ın baskılarıyla, asıl yurtlarını terk edip,
batıya göç etmeye başladılar. Yayılma istikametleri Karadeniz’in kuzeyinden
Balkanlara doğru idi. Hazar Hakanlığı, Rus Knezlikleri, Bizanslılar ve Balkan
kavimleriyle mücadele ettiler. 860-880 yılları arasında Don-Kuban nehirleri
boyuna gelen Peçenekler, Macarları bu havaliden uzaklaştırdılar. Don Nehrinden,
Dinyeper’in batısına kadar yayıldılar.
915’te, Rusların ataları olan Kiyef Rus Knezliği’ne, ilk Peçenek akını yapıldı. Rusları,
915’te, Rusların ataları olan Kiyef Rus Knezliği’ne, ilk Peçenek akını yapıldı. Rusları,
Karadeniz
kıyılarına indirmemek için, 915’ten 1036 yılına kadar, on biri büyük olmak
üzere pek çok akın yaptılar. Peçeneklerin, Rusları Karadeniz’e indirmemeleri,
Bizanslıların menfaatineydi. Bizanslılar, 1018 yılına kadar, Peçeneklerle dost
geçinmeye çalıştılar. 1026, 1035, 1036’da, Balkanlara akın tertip ettiler.
Peçeneklerin iç mücadelesinde, önce Kegen’in, sonra da Turak’ın Hıristiyan olmasıyla, millî felaketleri başladı. Peçenekler, arasında 1048 yılında başlayan Hıristiyanlaşma, Balkanlarda sıkışmalarıyla hızlandı. Hıristiyanlaşan Peçenekler, millî benliklerini unutup, Türklüklerini kaybettiler. Bizanslılar, Peçenekleri yurtlarından alıp, başka yerlere iskan siyaseti takip ettiler. Bizans ordusuna da asker alındılar.
VIII.-XI. yy.larda önceleri Balkaş gölü yakınlarında, Siriderya (Seyhun) ile idil (Volga) boylarında, Güneydoğu Avrupa ve Balkanlar'da yaşamış olan göçebe bir Türk kavmi. VI. ve VIII. yy.larda Göktürklere bağlı olarak yaşadılar. Göktürk devletinin yıkılmasından sonra Uygurlara bağlandılar.
VIII. yy.da
Peçeneklerin iç mücadelesinde, önce Kegen’in, sonra da Turak’ın Hıristiyan olmasıyla, millî felaketleri başladı. Peçenekler, arasında 1048 yılında başlayan Hıristiyanlaşma, Balkanlarda sıkışmalarıyla hızlandı. Hıristiyanlaşan Peçenekler, millî benliklerini unutup, Türklüklerini kaybettiler. Bizanslılar, Peçenekleri yurtlarından alıp, başka yerlere iskan siyaseti takip ettiler. Bizans ordusuna da asker alındılar.
VIII.-XI. yy.larda önceleri Balkaş gölü yakınlarında, Siriderya (Seyhun) ile idil (Volga) boylarında, Güneydoğu Avrupa ve Balkanlar'da yaşamış olan göçebe bir Türk kavmi. VI. ve VIII. yy.larda Göktürklere bağlı olarak yaşadılar. Göktürk devletinin yıkılmasından sonra Uygurlara bağlandılar.
VIII. yy.da
Karadeniz (Bulgarca: Черно море Çerno more; Rumence:
Marea Neagră; Rusça: Чёрное море Çyornoye more; Ukraynaca: Чорне море Çorne
more), güneydoğu Avrupa ile Anadolu yarımadası arasında yeralan kuzeyinde
Ukrayna, kuzeydoğusunda Rusya, doğuda Abhazya ve Gürcistan; güneyde Türkiye
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Karluklara
yenilerek Siriderya ve Aral gölü yakınlarına çekildiler. Yeni yurtlarında da
Oğuzların baskısına uğradılar, önce Yayık ırmağı boylarına, sonra da İdil
(Volga) boylarına göçmek zorunda kaldılar. Buraya 8 urug ve 40 boy halinde
yerleştiler. Peçenekler Yayık ve İdil boylarında yüzyıldan fazla kaldılar.
889 Yılında İdil'in batısına göçerek Don ırmağı kıyılarına geldiler. Azak denizi ve Karadeniz kıyılarına yayıldılar. 950-1000 Yılları arasında İdil (Volga) ırmağı kıyılarından Karpat dağlarına ve Tuna'ya kadar uzanan bölgeye hakim oldular. Peçeneklerin idil ırmağının batısına geçmeleri Avrupa'da önemli siyasi olaylara yol açtı. Peçenek-Hazar kağanlığı mücadelesi Hazarların zayıflamasıyla sonuçlandı; bunun üzerine Ruslar, hakimiyetlerini Kiev'e kadar uzattılar, Kiev prensliği kuruldu.
Macarlar, Donets boyundan göç ederek Tuna ile Tisa (Tisza) arasına yerleştiler. Peçenekler, Karadeniz'in kuzeyine yerleşince Bizans ile ilişki kurdular. Ruslar ile mücadele ettiler. Kiev şehrini kuşattılar. Rus prenslerinden Svyatoslav Bizans'a karşı yaptığı bir seferde İoannes Tezimiskes tarafından yenilgiye uğratılınca, dönüşte Peçeneklerin pususuna düştü ve öldürüldü (971). Rus prensi Vladimir zamanında Rus-Peçenek mücadelesi daha da şiddetlendi Ruslar, Peçenek saldırılarını durdurmak için Kiev'in güneyine kaleler ve karakollar kurdular, buna rağmen Peçenekler Kiev prensliği topraklarına birçok saldırı yaptılar.
Vladimir'in ölümünden sonra Svyatopol kardeşi Yaroslav'a karşı, Peçenekler ile birleşti; fakat yenildi. Peçenekler, Ruslar ve Bizanslılarla yalnız savaşçı ilişkiler kurmadılar. Ruslar, Peçeneklerden büyük ve küçük baş hayvan satın alırlar, onlara da mamul eşya ve gıda maddeleri satarlardı. Rus tacirleri Özi ırmağı yoluyla Bizans'a gidip gelirlerken Peçeneklere belli bir geçit vergisi verirlerdi.
Peçenekler Karadeniz kıyılarına yerleşince Bizans ile de ilişki kurdular. Bizanslılar Peçeneklerle genel olarak dost geçinmek ve onları Bulgarlara, Ruslara ve Macarlara karşı kullanma yoluna gittiler. Bizanslılar Peçeneklerin başbuğlarına ve karılarına hediyeler gönderirlerdi. Bizanslılar, Bulgarları yenerek ülkelerine yerleşince Peçeneklerle Balkanlar'da komşu oldular ve aradaki dostça ilişkiler bozuldu.
1035'te Peçenekler Tunanın donmasından yararlanarak ırmağın güney kıyılarını yağmaladılar; bu akınları 1036'da ve 1048'de de devam etti. XI. yy. ortalarında Özi ile Tuna ırmakları arasındaki 13 uruğun başında Kilteroğlu Turak Han vardı. Turak Han Oğuzlara karşı mücadeleden çekindiği için iki Peçenek uruğu kendilerine Balçaroğlu Kegen'i reis seçerek Turak Han ile mücadeleye girişti; fakat bu iki urug başarı kazanamadı ve Bizans topraklarına göçtü. Bizanslılar Peçenekleri iyi karşıladılar; onları Tuna'nın kuzeyinden gelecek saldırılara karşı koyma şartıyla Silistre bölgesine yerleştirdiler. Bunlar sonradan Hıristiyanlığı kabul ettiler. Bizans hizmetine geçen Peçeneklerle Tuna'nın kuzeyinde kalanlar arasında mücadele devam etti.
Turak Han 1049'da Tuna'yı geçerek Kegen emrindeki Peçeneklere saldırdı; fakat Kegen ve Bizanslılar, Turak Han kumandasındaki Peçenekleri yendiler. Turak Han ile birlikte 140 Peçenek ilerigeleni esir oldu. Bizanslılar esir başbuğları İstanbul'a getirdi, diğerlerini Bulgaristan'a yerleştirdiler. İstanbul'a gelen Peçenek başbuğları burada Hıristiyanlığı kabul etti. Bizanslılar bu Peçeneklerden 15 000 kişiyi Selçuklulara karşı kullanmak üzere Anadolu'ya geçirdiler; fakat bunlar Üsküdar'da, bu fikirden vazgeçerek Balkanlar'a geri döndüler ve Bizanlılara karşı mücadeleye giriştiler.
Peçenekler Bizans kuvvetlerini Biakene'de yenerek Edirne'ye kadar ilerlediler, Edirne'yi kuşattılar ama alamadılar (1050). Sonra Marmara kıyılarına kadar bütün Trakya'yı yağmaladılar. Peçeneklere karşı gönderilen Bizans ordusu yenildi (1053). Malazgirt zaferinden sonra Bizans'ın zayıflamasından faydalanan Peçenekler Edirne'yi tekrar kuşattılar (1078).
1087'de Macar kralı Solomon ile birleşerek, Bizans'a karşı yeniden saldırıya geçtiler. İzmir'de bir beylik kurmuş olan Çaka Bey ile Bizans'a karşı birleştiler. Bu amaçla Meriç ırmağı kıyılarında toplanmaya başladılar; fakat Bizanslılar, Kumanlar (Kıpçaklar) ile birleşerek, Peçenekleri Lebunium'da ağır yenilgiye uğrattılar (1091). Bu yenilgide birçok Peçenek öldü; kalanlar da Balkanlar'ı terk ettiler. Lebunium savaşından sonra Peçenekler, askeri ve siyasi önemlerini kaybettiler.
Peçenekler 300 yılık tarihleri boyunca yerleşik hayat düzenine geçemediler ve merkezi bir devlet kuramadılar. Oba, oymak, boy, urug şeklinde teşkilatlanmışlardı. Her uruğun bağımsız olarak hareket edebilen bir başbuğu vardı.
Peçenekler devamlı olarak savaşla uğraştıklarından at ve silaha çok değer verirlerdi. Silahları ok, yay ve kılıçtı. Peçenekler genellikle Şaman dinindeydiler. ölümden sonra da ruhun yaşadığına inandıkları için mezarlarına yiyecek ve ölünün hayattayken kullandığı eşya ve silahlarını da gömerlerdi. Mezarlar kalın bir toprakla örtülür ve bunun üzerine balbal dikilirdi.
889 Yılında İdil'in batısına göçerek Don ırmağı kıyılarına geldiler. Azak denizi ve Karadeniz kıyılarına yayıldılar. 950-1000 Yılları arasında İdil (Volga) ırmağı kıyılarından Karpat dağlarına ve Tuna'ya kadar uzanan bölgeye hakim oldular. Peçeneklerin idil ırmağının batısına geçmeleri Avrupa'da önemli siyasi olaylara yol açtı. Peçenek-Hazar kağanlığı mücadelesi Hazarların zayıflamasıyla sonuçlandı; bunun üzerine Ruslar, hakimiyetlerini Kiev'e kadar uzattılar, Kiev prensliği kuruldu.
Macarlar, Donets boyundan göç ederek Tuna ile Tisa (Tisza) arasına yerleştiler. Peçenekler, Karadeniz'in kuzeyine yerleşince Bizans ile ilişki kurdular. Ruslar ile mücadele ettiler. Kiev şehrini kuşattılar. Rus prenslerinden Svyatoslav Bizans'a karşı yaptığı bir seferde İoannes Tezimiskes tarafından yenilgiye uğratılınca, dönüşte Peçeneklerin pususuna düştü ve öldürüldü (971). Rus prensi Vladimir zamanında Rus-Peçenek mücadelesi daha da şiddetlendi Ruslar, Peçenek saldırılarını durdurmak için Kiev'in güneyine kaleler ve karakollar kurdular, buna rağmen Peçenekler Kiev prensliği topraklarına birçok saldırı yaptılar.
Vladimir'in ölümünden sonra Svyatopol kardeşi Yaroslav'a karşı, Peçenekler ile birleşti; fakat yenildi. Peçenekler, Ruslar ve Bizanslılarla yalnız savaşçı ilişkiler kurmadılar. Ruslar, Peçeneklerden büyük ve küçük baş hayvan satın alırlar, onlara da mamul eşya ve gıda maddeleri satarlardı. Rus tacirleri Özi ırmağı yoluyla Bizans'a gidip gelirlerken Peçeneklere belli bir geçit vergisi verirlerdi.
Peçenekler Karadeniz kıyılarına yerleşince Bizans ile de ilişki kurdular. Bizanslılar Peçeneklerle genel olarak dost geçinmek ve onları Bulgarlara, Ruslara ve Macarlara karşı kullanma yoluna gittiler. Bizanslılar Peçeneklerin başbuğlarına ve karılarına hediyeler gönderirlerdi. Bizanslılar, Bulgarları yenerek ülkelerine yerleşince Peçeneklerle Balkanlar'da komşu oldular ve aradaki dostça ilişkiler bozuldu.
1035'te Peçenekler Tunanın donmasından yararlanarak ırmağın güney kıyılarını yağmaladılar; bu akınları 1036'da ve 1048'de de devam etti. XI. yy. ortalarında Özi ile Tuna ırmakları arasındaki 13 uruğun başında Kilteroğlu Turak Han vardı. Turak Han Oğuzlara karşı mücadeleden çekindiği için iki Peçenek uruğu kendilerine Balçaroğlu Kegen'i reis seçerek Turak Han ile mücadeleye girişti; fakat bu iki urug başarı kazanamadı ve Bizans topraklarına göçtü. Bizanslılar Peçenekleri iyi karşıladılar; onları Tuna'nın kuzeyinden gelecek saldırılara karşı koyma şartıyla Silistre bölgesine yerleştirdiler. Bunlar sonradan Hıristiyanlığı kabul ettiler. Bizans hizmetine geçen Peçeneklerle Tuna'nın kuzeyinde kalanlar arasında mücadele devam etti.
Turak Han 1049'da Tuna'yı geçerek Kegen emrindeki Peçeneklere saldırdı; fakat Kegen ve Bizanslılar, Turak Han kumandasındaki Peçenekleri yendiler. Turak Han ile birlikte 140 Peçenek ilerigeleni esir oldu. Bizanslılar esir başbuğları İstanbul'a getirdi, diğerlerini Bulgaristan'a yerleştirdiler. İstanbul'a gelen Peçenek başbuğları burada Hıristiyanlığı kabul etti. Bizanslılar bu Peçeneklerden 15 000 kişiyi Selçuklulara karşı kullanmak üzere Anadolu'ya geçirdiler; fakat bunlar Üsküdar'da, bu fikirden vazgeçerek Balkanlar'a geri döndüler ve Bizanlılara karşı mücadeleye giriştiler.
Peçenekler Bizans kuvvetlerini Biakene'de yenerek Edirne'ye kadar ilerlediler, Edirne'yi kuşattılar ama alamadılar (1050). Sonra Marmara kıyılarına kadar bütün Trakya'yı yağmaladılar. Peçeneklere karşı gönderilen Bizans ordusu yenildi (1053). Malazgirt zaferinden sonra Bizans'ın zayıflamasından faydalanan Peçenekler Edirne'yi tekrar kuşattılar (1078).
1087'de Macar kralı Solomon ile birleşerek, Bizans'a karşı yeniden saldırıya geçtiler. İzmir'de bir beylik kurmuş olan Çaka Bey ile Bizans'a karşı birleştiler. Bu amaçla Meriç ırmağı kıyılarında toplanmaya başladılar; fakat Bizanslılar, Kumanlar (Kıpçaklar) ile birleşerek, Peçenekleri Lebunium'da ağır yenilgiye uğrattılar (1091). Bu yenilgide birçok Peçenek öldü; kalanlar da Balkanlar'ı terk ettiler. Lebunium savaşından sonra Peçenekler, askeri ve siyasi önemlerini kaybettiler.
Peçenekler 300 yılık tarihleri boyunca yerleşik hayat düzenine geçemediler ve merkezi bir devlet kuramadılar. Oba, oymak, boy, urug şeklinde teşkilatlanmışlardı. Her uruğun bağımsız olarak hareket edebilen bir başbuğu vardı.
Peçenekler devamlı olarak savaşla uğraştıklarından at ve silaha çok değer verirlerdi. Silahları ok, yay ve kılıçtı. Peçenekler genellikle Şaman dinindeydiler. ölümden sonra da ruhun yaşadığına inandıkları için mezarlarına yiyecek ve ölünün hayattayken kullandığı eşya ve silahlarını da gömerlerdi. Mezarlar kalın bir toprakla örtülür ve bunun üzerine balbal dikilirdi.
Don-Kubat
bölgesinde yaklaşık 150 yıl hanlık olarak örgütlenen Peçenekler, Ruslarla savaşarak onlara ağır
darbeler vurdular. Hazar Denizi kıyısında bulunan Macarlarla ile etkileşime
girdiler. Peçeneklerin baskısı sonucunda Macarlar Orta Avrupaya göç etti. 915
yılında başlayan ve 1036 yılına kadar devam eden Rus-Peçenek savaşları, Ruslara
ağır kayıplar verdirtti.
Peçenekler 10.
yüzyılda diğer Oğuz boylarının baskısı sonucu Batı Karadeniz ve Balkanlara
geldiler. Peçenekler Karadeniz'in kuzeyi ve Balkanlarda 11. yüzyılın sonlarına
kadar önemli bir güç oldular. 1048 yılında Tunayı geçerek Bizansa akına
başladılar. 1050 yılında Edirneyi kuşatan Peçenekler, 1053 yılında Bizans’ı
ağır yenilgiye uğratmışlardır. 1090 yılında Büyük Çekmeceye kadar geldiler. Bu
dönemde Bizanslılar batıda Peçenek Türkleri, Anadolu’dan Selçuklu Türkleri,
İzmir ve civarında Çaka
Bey
ile uğraşıyordu.
Peçenekler bu
sırada İstanbul’u almak isteyen Çaka Bey ile anlaştılar. Buna göre Peçenekler
karadan, Çaka Bey denizden İstanbulu kuşatacaktı. Bizans
İmparatorluğu
bu tehlikeden kendini başka bir Türk kavmi olan Kıpçakların yardımıyla kurtuldu.
Oğuzlardan sonra Balkanlara gelmiş olan Kıpçaklarla anlaşan Bizans
yöneticileri, Meriç kıyısında göçebe iki gücü birbirine kapıştırdılar. Sonuçta
Peçenekler ağır yenilgi aldılar. (1091- Meriç savaşı). Bu olaydan sonra
Peçeneklerin bir kısmı Macaristan’a çekilerek Macarlara karıştılar. Bir kısmı
da Vardar nehri boylarına yerleştiler ve Slavlaştılar. Bir kısmı da Bizanslılar
tarafından alınarak Kıpçaklarla birlikte Anadolu’ya Selçuklular’a tampon
maksatlı yerleştirildiler. Fakat 1071 Malazgirt
Savaşı
Bizans ordusunun önemli bir kısmını oluşturan Oğuz-Peçenek-Kıpçak Türkleri saf
değiştirdiler.
Peçenekler
Karadeniz'in kuzeyinden bügünkü Macaristan topraklarına
gelmişlerdir. Peçenekler, atlı göçebe yaşam tarzı sürdürmüşler; fakat
bulundukları coğrafyada siyasi bir teşekkül oluşturamamışlardır. 130 yıl kadar Balkanlarda varlıklarını
sürdürmüşler ve daha sonra bir kısmı Bizans hakimiyetine girmiş,
bir kısmı ise varlıklarını Balkanlar'da devam ettirmişlerdir. Bizans
saflarındaki Peçenekler Malazgirt Savaşı'nda Selçuklu askerlerini giysilerinden
ve konuşmalarından tanıyarak Selçuklu tarafına geçmişler ve savaşın Selçuklular
tarafından kazanılmasında önemli rol oynamışlardır. Anadolu'nun Türkleşmesi
sırasında Balkanlarda Bizans'la mücadele etmiş, İzmir'de büyük bir beylik
kuran Çaka Bey ile ittifak yapıp İstanbul'u kuşatmışlar; fakat
Bizans'ın entrikaları sonucu diğer bir Türk boyu olan Kıpçaklarla 1053 yılında Lavinyon Muharebesi'ni yapmışlardır. Bu
savaşın en önemli özelliği, bir imha savaşı olması ve her iki tarafın birbirini
yok etmeye çalışmasıdır. Daha sonra Kıpçaklar Balkanlara hakim olmuştur
130 yıl kadar
Balkanlarda varlıklarını sürdürmüşler, daha sonra bir kısmı Bizans hakimiyetine
girmiş, bir kısmı ise Balkanlarda varlıklarını devam ettirmişlerdir.
Günümüzde
hala İç Anadolu'nun çeşitli yerlerinde bir çogu Türkmen geleneğini sürdüren
Peçeneklerin yaşadığı bilinmektedir; Ankara, Aksaray arasında bazı köy ve yer
adları da bu görüşü desteklemektedir. (Ankara'nın Altındağ, Kazan ve Çamlıdere ilçelerine bağlı
Peçenek adında köyler vardır. Ayrıca Şırnak'ın İdil ilçesine bağlı Peçenek adlı bir köy daha
vardır.) Bunlarla birlikte Gümüşhane ve Bayburt yöresinde de var oldukları
bilinmektedir.
Aliuşağı, Şereflikoçhisar köyü halkının da
Peçenek olduğu iddia edilir. 11. Yüzyılda Bizans İmparatorluğu tarafından diğer
Türk Devletlerine karşı tampon bölge oluşturulmak için İç Anadolu'da Tuz Gölü'nün doğusuna ve
Aliuşağı'na yerleştirilen Peçenekler, burada Müslümanlığı kabul etmişlerdir.
İlk ismi Uşak-ı Aliyyiyey-i Peçenek olan Aliuşağı köyü, günümüzdeki Aliuşağı
köyünün kuzeyinde bulunuyordu. Köyün ismi Osmanlı
İmparatorluğu
döneminde Aliuşağı oldu.
Trabzon'un
Çaykara ilçesine bağlı Maraşlı (eski adıyla Nefs-i Paçan) köyüne ilk
yerleşenlerin Peçenek Türkleri olduğu düşünülmektedir
KARAMANOĞULLARI BEYLİĞİ
I- SIYASI
TARIH
a- Beyligin
menseî ve kurulusu
Anadolu
Selçuklu Devleti'nin zayiflamasi ve yikilmasi sirasinda kurulan Türk
beyliklerinin en uzun ömürlülerinden birisi olan Karamanogullari Oguzlar'in
Afsar boyuna mensuptur. Bu Afsar Türkmenleri, XIII. yüzyilin ilk yarisindan
itibaren devam eden Mogol istilâsi sirasinda ülkelerini terk ederek önce
Azerbaycan ve Sirvan taraflarina gelmisler ve buradan Anadolu'ya geçerek
Türkiye Selçuklu Sultani Alâeddin Keykubad (1220-1237) tarafindan Ermenek
vilâyetine yerlestirilmislerdir (1228).
Bu
Türkmenlerin basinda Nûre Sûfî b. Sâdeddin isimli bir reis bulunuyordu. Nûre
Sûfî bu siralarda Anadolu'da yayilmakta olan Babaîler tarikatina girmis ve
böylelikle o bölgedeki Türkmenler üzerinde nüfuz kurmustur. Nûre Sûfî'nin Babaî
seyhi olarak müridleriyle birlikte gazaya çiktigi, Eregli ve Silifke
taraflarinda basarili akinlar yaptigi bilinmektedir. Daha sonra Eregli'yi
Hristiyanlarin elinden alan Nûre Sûfî bu suretle arazisini genisletmeye
baslamistir.
Nûre Sûfî'nin
ölüm tarihi kesin olarak belli degildir. Mezarinin Mut kazasinin Sinanli
bucaginin Degirmenlik yaylasinda oldugu bilinmektedir.
1- Kerimüddin
Karaman
Nûre Sûfî'nin
ölümünden sonra yerine oglu Kerimüddin Karaman geçti. Karaman Bey, Anadolu
Selçuklu Devleti'nin Mogol baskisi altinda gittikçe zayif düsmesinden de
istifade ederek Ermenek, Mut, Gülnar ve Silifke kalelerine zaman zaman akinlar
yapiyordu. Daha sonra Ermenek'i ele geçiren Karaman Bey, ÒErmenek BeyiÓ
ünvanini alarak beyliginin temelini atmis oldu. O, güney komsulari olan Kilikya
Ermenileri ile de çetin ve basarili mücadeleler yapiyordu.
Karaman
Bey'in bu basarilarini ve gün geçtikçe daha da kuvvetlendigini gören Selçuklu
Sultani IV. Rükneddin Kiliç Arslan (1249-1266) Lârende (Karaman) kalesini ona
vermek zorunda kaldi. Sultan ayrica Karamanlilarla akrabalik tesis etti. Ancak
Karamanlilarla Selçuklular arasindaki bu dostluk kisa sürdü. Selçuklu
sultaninin Antalya ve Alâiye (Alanya) ve Denizli bölgesindeki Türkmen
beylerinden bazilarini cezalandirmasi üzerine bir gün siranin kendilerine de
gelecegini düsünen Karamanlilar daha önce harekete geçerek baslarinda Karaman,
Zeyn el-Hac ve Bonsuz oldugu halde yirmi bin kisilik bir kuvvet ile Konya
üzerine yürüdüler. Muineddin Pervane emrindeki Selçuklu kuvvetleri ile Karaman
ordusu Gavele kalesi önünde karsilastilar. Savasi kaybeden taraf Karamanlilar
oldu. Karaman Bey kaçti ise de kardesleri yakalanarak Konya'da iç kale
kapisinda asildilar (1261).
Karaman Bey
bu tarihten kisa bir süre sonra vefat etti. Yerine ailenin karari ile büyük
oglu Semseddin Mehmed Bey geçti.
2- Semseddin
Mehmed
Karaman
Bey'in ölümünden sonra Ermenek ve Karaman-ili'ne Bedreddin Hotenî tayin edildi.
Karaman Bey'in ogullari Mehmed, Mahmud, Kasim ve Halil Beyler Selçuklular
tarafindan yakalanarak Gavele (Kâvle) kalesine hapsedilmislerdi. Ancak
Selçuklular, Karaman halkinin topyekûn bir saldirisindan korkarak bu beyleri
serbest biraktilar. Bir müddet sonra en büyük kardes olan Mehmed Bey, Karaman
Beyligi'nin basina getirildi.
Mehmed Bey,
Mogol baskisina karsi isyan etmis olan Hatirogullari ile ittifak yapti ve
onlarin yardimina Türkmen kuvvetleri gönderdi. Onun bu hareketi üzerine
Selçuklular Bedreddin Hotenî komutasindaki bir orduyu Karaman'a gönderdiler.
Mehmed Bey, üzerine gönderilen bu kuvvetleri Göksu yakinlarinda agir bir
yenilgiye ugratti. Mehmed Bey bu basarisindan sonra sahiller emiri Hoca Yunus'u
da bozguna ugratti. Bu seferler sirasinda Esref ve Menteseogullari'nin
Karamanlilari destekledikleri görülmektedir.
Karaman-oglu
Mehmed Bey Selçuklulara karsi kazandigi bu basarilardan sonra Anadolu'daki
Mogollara karsi tam anlamiyla bagimsizlik bayragini açti O, Memlûk Sultani
Melik Zahir Baybars'tan gerekli manevî destegi aldiktan sonra Esref ve
Mentese-ogullarinin da yardimi ile bir kez daha Konya üzerine yürüdü. Konya
surlari önlerine gelen Mehmed Bey, Konyalilari kendisi ile isbirligi yapmaya
davet etti. Sehri müdafaa eden Eminüddin Mikâil, Izzeddin'in Istanbul'da kalmis
olan sehzâdelerinden birini getirmek isteyen Mehmed Bey'e karsi koydu. Mehmed
Bey teklifinin reddedilmesi üzerine, Cimri lâkabi verilen Giyasüddin Siyavus'u
Selçuklu sultani olarak ilân etti. Böylece 10.000 kisi kadar olan Karaman kuvvetleri
sehre girmeyi basardilar. Konya önünde toplanan divanda Òbugünden sonra
divanda, dergâhta, bergâhta, mecliste ve meydanda Türkçe'den baska dil
kullanilmamayaÓ karar verildi (Mayis 1277).
Karamanoglu
Mehmed Bey Konya'da isleri yoluna koyduktan sonra Sahib Ata ogullari ve
Germiyanlilar üzerine yürüdü. Mehmed Bey Sahib Ata ogullarini yenip geri
döndügünde Konya kapilari kendisine açilmadi. Bunun üzerine Ermenek'e çekilmek
zorunda kaldi. Bu olaydan sonra Sahib Cüveynî idaresindeki Selçuklu-Mogol ordusu
Ilhanli hükümdari Abaka Han'in emri ile Konya'ya yardima geldi. Konyalilar,
Karamanlilar'a karsi kendilerine yardima gelmis olan bu Mogol kuvvetlerini
sevinçle karsiladilar. Daha sonra Mogollar ile karsilasan Mehmed Bey maglûp
oldu. Kardeslerinden Tanu ve Zekeriya ile beraber öldürüldü (1277).
3- Güneri Bey
Semseddin
Mehmed Bey ve kardeslerinin öldürülmelerinden sonra beyligin basina Mehmed
Bey'in hayatta kalan kardesi Güneri Bey geçti. Ancak onun zamaninda
Karamanlilar pek varlik gösteremediler. Zira Mogol-Selçuklu kuvvetleri
Karamanlilar ile isbirligi yapan Türkmenlere karsi acimasiz bir yildirma
hareketine baslamislardi. Böyle olmakla birlikte Karamanlilar, III. Giyaseddin
Keyhüsrev'in annesi ile anlasarak emirlik mensurunu aldiktan sonra (1284), Güneri
Bey etrafinda toparlanmaya basladilar.
Bu tarihten
sonra Selçuklu ailesi arasindaki saltanat kavgalarina karisan Karamanli Beyi
Güneri Bey 1286 yilinda Ermeniler elindeki Tarsus üzerine bir sefer yapti.
Güneri Bey'in Tarsus'u yagmalamasi üzerine Ermeniler Karamanogullari'ni
Selçuklular'a sikâyet ettiler. Ayrica Ilhanli hükümdarinin da istegi üzerine
Selçuklu Sultani Giyaseddin Mesud 1288 yilinda Lârende ve civarina gelerek
burasini tahrip etti. Güneri Bey bu akin sirasinda daglara çekildi ve Sultan
Mesud'a karsi muhalefetten vaz geçerek Esrefoglu ile beraber Konya'ya gelip
sultandan aflarini istediler (1288).
Kisa bir
sessizlik döneminden sonra Selçuklu-Karamanli rekabeti yeniden alevlendi.
Karaman-ili'ne giren Ilhanli Geyhatu birçok köyü tahrip etti ve Larende'yi
atese verdi. Güneri Bey bu sefer de daha önce oldugu gibi daglik bölgelerde
saklandigi için yakalanamadi. Böylece büyük tahribatin yapildigi Geyhatu'nun bu
seferi de sonuçsuz kaldi. Güneri Bey 20 Nisan 1300 tarihinde öldü.
4- Mecdeddin
Mahmud
Güneri Bey'in
ölümünden sonra kardesi Mecdeddin Mahmud Karaman beyi oldu. Osmanli
müelliflerinin Mahmud Bey'i 1279'dan itibaren Karamanli beyi olarak
göstermeleri yanlistir. Bu yanlislik Türklerde umumiyetle oldugu gibi, Güneri
Bey henüz hayatta iken Mahmud Bey'in önemli basarilar göstermesi ile izah
edilebilir. Mahmud Bey'in beylik dönemi hakkinda pek az bilgiye sahibiz. Onun
da kendisinden önceki Karamanli beyleri gibi Mogol ve Selçuklu askerleri ile
savaslar yaptigi düsünülebilir. Selçuklu Sultani Giyaseddin Mesud 1308 yilinda
Kayseri'de vefat edip Anadolu Selçuklu Devleti saltanati sona erince
Karaman-oglu Mahmud Bey derhal Konya'yi ele geçirdi. Mahmud Bey, Konya'ya hakim
olduktan sonra Ermenilerle mücâdeleeye basladi. Ancak O, 1308 yilinda,
Ma'mûriye civarinda Ermenilerle yaptigi bir savasta öldürülünce yerine oglu
Musa Bey geçti.
5-
Burhaneddin Musa
Mahmud Bey'in
ölümünden sonra büyük oglu olan Musa Bey beylik baskenti Lârende'de Karaman
Bey'i oldu. Öteki oglu Yahsi Bey ise kardesi Musa Bey'e tâbi bir emir olarak
Konya'da bulunuyordu. Bu sirada Türkiye Selçuklu Devleti'nin çökmesi ile
bagimsizliklarini ilân eden Anadolu beylerini yola getirmek için Ilhanli
Beylerbeyi Emir Çoban, kalabalik bir kuvvetle Anadolu'ya geldi ve ilk olarak
Konya'yi Karamanogullari'nin elinden aldi (1314). Emir Çoban daha sonra
Karamanlilar'i takip ederek Lârende'ye kadar gitti ve sehri muhasara ettiyse de
bir netice alamadi. Konya emiri olan Yahsi Bey muhtemelen bu muhasarayi
müteakip ölmüs olmalidir (1315).
Musa Bey,
hükümdar olduktan sonra Lârende'de bir imaret ile medrese yaptirdi. Bu sirada
kardesi Bedreddin Ibrahim Bey kendisi ile beylik mücadelesine girdi (1318).
Memlûk Sultani Melik Nâsir'in da yardimini alan Ibrahim Bey onun adina
hükümdârligini ilân etti. Bununla birlikte o, hutbe okutup para bastirdi. Çok
geçmeden Memlûklu Sultani bir kuvvet göndererek beyligin baskenti olan
Lârende'yi Bedreddin Ibrahim'e, Ermenek'i de Musa Bey'e verdi (1331). Musa
Bey'in 1339'da da Ermenek beyi bulundugu, Tül Medresesi kitabesinden anlasilmaktadir.
Musa Bey, Memlûk-lular'ca Ermenek yönetimine getirilisinden sonra durumunu arz
için Kahire'ye gitmis, burada çok iyi karsilanmis, daha sonra hacca gitmis,
dönüste tekrar Kahire'ye ugramissa da iyi bir sonuç elde edemeden Ermenek'e
dönmüstür.
6- Bedreddin
Ibrahim
Mahmud Bey'in
oglu ve Musa Bey'in kardesi olan Bedreddin Ibrahim Bey, yukarida da
belirtildigi üzere Memlûk sultaninin yardimiyla Musa Bey'i yenerek Karaman
beyligine getirildi. Onun zamaninda Konya tekrar Karamanlilar'in eline geçti.
1332 yilinda Lârende'ye gelen Ibn Battuta, Bedreddin Ibrahim'le Karamanli beyi
olarak görüsmüstür. Bu ünlü seyyahin kaydina göre Ibrahim Bey, Memlûklu
sultanina tâbi olmus, onun adina para bastirmis ve hatta sultanin gönderdigi
kuvvetlerin destegiyle Lârende'yi Musa Bey'den almis, buna karsilik da Ermenek
ve çevresi Musa Bey'e verilmistir.
Ibrahim Bey
bu tarihten sonra kendi istegi ile beylikten çekilerek yerini Lârende'de hüküm
sürmekte olan kardesi Alâaddin Halil Bey'e birakti.
7- Alâaddin
Halil
Halil Bey
Larende'de beyligin basina geçtigi sirada Mahmud Bey'in büyük oglu Burhaneddin
Musa Ermenek'de emir olarak bulunuyordu. Halil Bey hakkinda fazla bilgimiz
yoktur. Ondan sonra Ibrahim Bey, ikinci kez Karamanlilarin basina geçti.
Ancak bu
dönem hakkinda da kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanilmamaktadir. Onun
tahminen 1340 veya biraz önce ölümü üzerine Bedreddin Ibrahim yeniden beyligin
basina geçti.
8- Bedreddin
Ibrahim (Ikinci Kez)
Ibrahim Bey
kardesi Halil Bey'in ölümünden sonra ikinci kez beyligin basina geçince durumu
arzetmek üzere Kahire'ye bir elçi göndermis, Memlûk sultani da kendisine
sancaklar yollamistir. Bedreddin Ibrahim Bey 1343'te Karamanli topraklarina
saldiran Ermenilere karsi bir sefer düzenledi. Ölüm tarihi kesin olarak belli
olmamakla birlikte bu olaydan sonra vefat etmis olmalidir.
9- Fahrüddin
Ahmed
Bedreddin
Ibrahim Bey'in ölümünden sonra yerine oglu Fahrûddin Ahmed Bey geçti. Ancak
O'nun hükümdarligi çok kisa sürmüs, Ocak 1350'de Mogollar ile savasirken vefat
etmistir.
10- Semseddin
Ahmed Bey'in
ölümü üzerine kardesi Semseddin Bey Lârende emiri oldu. Ancak kendisini
çekemeyen ve hükümdar olmak isteyen kardesi Karaman Bey tarafindan 1352 yilinda
zehirlenmek sureti ile öldürüldü. Mezari Lârende'de Emir Musa Medresesi'nde
bulunmaktadir.
11- Burhaneddin
Musa (Ikinci Kez)
Semseddin
Bey'in öldürülmesinden sonra Lârende halki Ermenek emiri olan Musa Bey'i davet
ederek beyligin basina geçmesini istediler. O da bu davet üzerine Lârende'ye
gelerek ikinci defa Lârende emiri oldu (1352). Bir yil sonra Kayseri ve Sivas
emiri olan Eretna-oglu Mehmed Bey ile yaptigi savasta basari gösteren Musa Bey,
bundan sonra ülkesini baris içinde idare etmeye çalisti. Fakat kendisi hasta
oldugundan kardesi Halil Bey'in ogullari Seyfeddin Süleyman ile Alâaddin Ali
Bey'i davet ederek Karaman beyligini bu iki kardese birakmis ve kendisi Mut'a
çekilmistir. Burada bir yil kadar yasamis ve sonra vefat etmistir (1356).
12- Seyfeddin
Süleyman
Karaman-oglu
Mahmud Bey'in torunu ve Halil Bey'in oglu olan Süleyman Bey, amcasi Musa Bey'in
daveti üzerine kardesi ile birlikte Lârende emiri olmus, ancak kisa bir süre
sonra yasça büyük oldugu için beyligin idaresini tek basina eline almis,
kardesi Alâaddin Ali Bey'e ise Ermenek emirligini vermistir.
Seyfeddin
Süleyman Bey, Sivas emiri Eretna-oglu Mehmed Bey ile isbirligi yapan bir
Karamanli emiri tarafindan bir suikast sonucunda öldürüldü (Ocak 1361). Bundan
sonra Abu'l-feth lâkabini tasiyan, Halil Bey'in oglu Alâaddin Ali Bey hükümdar
oldu.
13- Alâaddin
Ali
Cesur, azimli
ve kahraman bir hükümdar olan Ali Bey, beyligin basina geçtikten sonra
komsulariyla mücâdeleye giristi. Osmanli-Karaman münasebetleri ilk defa onun
zamaninda basladi. Osmanli Sultani I. Murad'in kizi Melek Hatun'la evlenen Ali
Bey, Rumeli'ye ayak basan kayinpederine bir müfreze göndermek sureti ile yardimci
oldu. Ancak Osmanlilar'in Rumeli'de göstermis oldugu basarilari kiskanan Ali
Bey, Osmanlilar'a karsi Eretna-ogullari ve Türkmen beyleri ile ittifak yapmaya
basladi (1361). Fakat I. Murad'in aldigi yerinde tedbirler sayesinde Ali Bey'in
bu faaliyeti neticesiz kaldi.
Karamanlilar,
bir müddet sonra eskiden beri hedefleri olan Gorigos (Kiz Kalesi)'a taarruz
ettiler. Sahil emirlerinin de daveti üzerine Gorigos'a gelen Ali Bey'in bu
hareketinden sonra sehirliler iç kaleye çekilerek sehirdeki Rumlardan iki
kisiyi Kibris kralina elçi olarak gönderdiler. Anadolu sahilinde bir limana
ihtiyaci olan Kibris Krali I. Pierre, bu teklif üzerine hemen bu bölgeye
yardimci kuvvet gönderdi ise de Ayas ve Alâiye emirleriyle birlikte hareket
eden Ali Bey'in bu taaruzu önlenemedi. Bunun üzerine Pierre kendisi harekete
geçti, kardesi Jean'i da Alâiye'nin zaptina gönderdi. Ancak Karamanlilarin
tesviki ile toplanmis olan sahil emirleri Jean'i maglûp ettiler. Kibris Krali
Pierre, bu kez Avrupa'dan yardim istemek zorunda kaldi.
Bu sirada
Memlûklular da Kibrislilar'a karsi bir harekâta hazirlaniyorlardi. Basta Ali
Bey olmak üzere Güney Anadolu'daki beylere de mektuplar gönderen Memlûklular,
Anadolu beylerinden müsbet cevap aldilar. Alâaddin Ali Bey bu ittifakdan sonra,
dogrudan dogruya Gorigos'u muhasara etti (1367). Ali Bey, Kibrislilari birçok
defa maglûp etmesine ragmen, bu hareketi tesvik eden Mogol kumandani Yelbuga
Nasirî'nin ölümü ve Memlûklularin da taarruzdan vazgeçmeleri üzerine Pierre ile
bir anlasma yaparak geri çekilmeye mecbur oldu.
Alâaddin Ali
Bey, Gorigos seferinden sonra Hamidogullari'na ait olan bazi yerleri eline
geçirdi. Daha sora Germiyan-oglu Süleyman Sah'in topraklarina saldiran Ali Bey,
1375 yilinda Kayseri'ye baskin yaparak Eretna hükümdari Ali Bey'i Sivas'a
kaçirmis ve daha sonra da Sivas hükümdari Kadi Burhaneddin Ahmed ile
mücadelelere girismistir.
b-
Karaman-Osmanli Münasebetleri
Ali Bey
kayinpederi I. Murad'in Rumeli'de fütuhâta devam ettigi bir sirada bunu firsat
bilerek, Osmanlilarin Hamidoglu Hüseyin Bey'den seksen bin altin karsiliginda
satin almis olduklari Yalvaç, Karaagaç, Seydisehri, Beysehri taraflarina
taarruz ederek kendileri için pek önemli olan Beysehri'ni ele geçirdi. Onun bu
davranisina çok üzülen Sultan Murad, bizzat ona karsi harekete geçti. Ali Bey
baris yapmak istedi ise de Sultan Murad, Òkendisinin küffarla mücadele ettigi
sirada, ortada hiçbir sebep yok iken bir müslüman hükümdarina saldirmasi
sebebiyle sözüne güvenemeyeceginiÓ bildirerek onun baris teklifini reddetti.
Bunun üzerine iki taraf Konya önünde karsilasmak zorunda kaldi. Yapilan savas
sonucunda Karamanoglu yenilince agirliklarini birakarak Konya kalesine kaçti.
Çok geçmeden Konya'ya giren Osmanli kuvvetleri kalede bulunan Ali Bey'i
kusatmaya basladilar. Sonunda Ali Bey, esi Melek Hatun'u sultan Murad'in yanina
göndererek baris istedi. Bunun üzerine, Osmanlilarin Hamidogullarindan
aldiklari yerlerin geri verilmesi sartiyla baris yapildi (1386).
Karamanlilar
Osmanlilarla baris yapmalarina ragmen, I. Murad'in Kosova'da sehid düsmesinden
sonra (1389) anlasmayi bozup Aydin, Mentese ve Esrefogullari ile bir ittifak
yaptilar. Bu sirada Rumeli'de bulunan Sultan Bayezid derhal Anadolu'ya dönerek
kendisine karsi ittifak kurmus olan beylikler üzerine yürüdü. Bu harekât
esnasinda Saruhan, Aydin, Mentese ve Germiyan Beylikleri Osmanli topraklarina
katildi (1390). I. Bayezid daha sonra Karamanlilar üzerine de yürüyerek
Konya'yi muhasara altina aldi. Karamanoglu Ali Bey, Kadi Burhaneddin'in yardim
teklifine ragmen, zaptetmis oldugu Beysehri'ni Osmanlilar'a geri vererek sulh
yapti. Bunun üzerine Osmanlilar Konya'dan ayrildilar. Çarsamba suyu iki taraf
arasinda sinir kabul edildi.
Alâaddin Ali
Bey Osmanlilarla anlastiktan sonra Sivas hükümdari Kadi Burhaneddin'e karsi
harekete geçip, ona ait bazi yerleri ele geçirdi. Ancak Kadi Burhaneddin'in
karsilik vermesi üzerine aldigi yerleri geri vermek zorunda kaldi. Bu esnada
Timur Dogu Anadolu'ya gelerek (1394), kendi hakimiyetini tanitmak üzere
etraftaki beyliklere elçiler gönderdi. Alâaddin Ali Bey de diger beylikler gibi
Timur'un yüksek hakimiyetini tanidigini bildirdi. Ayrica Karaman-oglu, Timur'un
Sam üzerine yapacagi sefere oglu Mehmed Bey'i bir miktar asker ile
gönderecegini , Anadolu ve Osmanli ülkesine geldigi vakit ise bizzat kendisinin
yardimci olacagini bildirdi.
Alâaddin Ali
Bey'in Timur'a itaat ettigini haber alan Sivas hükümdari Kadi Burhaneddin
Ahmed, Timur'a karsi oldugu için iki düsman arasinda kaldi. Bu arada
Karaman-oglu Ali Bey'in Kadi Burhaneddin'e ait bazi yerlere saldirmasini müteakip
Kadi Burhaneddin onun üzerine yürüdü. O, Aksaray, Zincirli, Salime kalelerini
aldiktan sonra Nigde'yi muhasara etti ise de alamadi.
Karaman-oglu
Alâaddin Ali Bey bu olaydan sonra Kadi Burhaneddin'in yegeni olan Kayseri
Valisi Seyh Müeyyed'i tahrik ederek dayisina karsi isyan ettirdi (1396). Bunun
üzerine Kadi Burhaneddin derhal Kayseri'ye yürüyerek Seyh Müeyyed'i yakalayip
öldürdü. Daha sonra onu isyana tesvik eden Karaman-oglu arazisini de
yagmalatti. Ali Bey Konya kalesine siginmak zorunda kaldi. Bu sirada Ali Bey'in
hareketini tasvib etmeyen bir kisim kabile reisleri onu terkederek Kadi
Burhaneddin'in tarafina geçtiler.
Kadi
Burhaneddin ile basa çikamayacagini anlayan Alâaddin Ali Bey, Osmanli Sultani
Yildirim Bayezid'in Rumeli'de Eflâk seferinde bulunmasini firsat bilerek
kuvvetlerini Ankara ve Bursa taraflarina akina gönderdi. Ankara'ya gidenler
Anadolu Beylerbeyi Sari Timurtas Pasa'yi yakalayip Konya'ya götürdüler. Bu
durumu haber alan Yildirim Bâyezid, Eflâk seferinden döner dönmez Karaman-oglu
üzerine yürüdü.
Alâaddin Ali
Bey, Bayezid'in kendisine karsi harekete geçtigini duyunca Timurtas Pasa'yi
serbest birakarak onu bir heyetle ve kiymetli hediyelerle birlikte baris için
padisaha gönderdi. Ancak Bayezid, onun bu teklifini kabul etmeyerek savasa
giristi. 1398 yilinda Akçay'da yapilan savasi kaybeden Alâaddin Ali Bey
Konya'ya sigindi, fakat sehirlilerin Bâyezid ile anlasmasi üzerine esir alindi.
Daha sonra da öldürüldü.
Bâyezid bu
sekilde Konya'yi ele geçirdikten sonra Ali Bey'in ogullarinin elinde bulunan
Lârende üzerine yürüdü. Alâaddin Ali Bey'in hanimi ve ogullari Ali ve Mehmed
beyler, sehrin ileri gelenleriyle kaleden çikip Bayezid'in huzuruna geldiler.
Bayezid sehrin anahtarlarini teslim aldiktan sonra Alâaddin Ali Bey'in hanimi
olan kizkardesini ve iki oglunu Bursa'ya gönderdi (1398).
Bayezid,
böylece Karamanogullari beyliginin güney kisimlari disinda kalan yerlerini
alarak bu beylige son verdi. Mut, Ermenek, Içel ve Taseli taraflari ise Karaman
ailesine mensup Süleyman Bey ve oglu Seyh Hasan'in idaresinde kaldi. Güneyde
bulunan Alâiye, Karaman ailesine mensup bir baska beyin idaresinde bulunuyordu.
Bu arada bazi kaynaklarda Bâyezid'in Konya ve çevresini Ali Bey'in oglu Mehmed
Bey'e verdigi, ancak bir yil sonra Osmanlilar'a isyan etmesi sebebiyle tekrar
esir alinarak Bursa'ya götürüldügü belirtilmektedir.
c- Ankara
Savasi'ndan Sonra Karamanogullari Beyligi
Karamanogullari
Beyligi Ankara Savasi'nin sonuna kadar dört yil Osmanli idaresinde kaldi. Ancak
Osmanlilar'in Ankara Savasi maglubiyetinden sonra Timur; Germiyan, Saruhan,
Aydin, Mentese, Teke ve Karamanogullari'na eski beyliklerini geri verdi. Bu
arada Alâaddin Bey'in oglu Mehmed Bey'e de Karaman ülkesi verildi. Mehmed
Bey'in kardesi Ali Bey ise Mehmed Bey'e tâbi olarak Nigde emiri oldu. Timur
Karaman topraklarinin yanisira Osmanli arazisinden Beypazari, Sivrihisar,
Kirsehri ve Kayseri taraflarini da Mehmed Bey'e verdi.
1- Mehmed Bey
Mehmed Bey
Karaman hükümdari olarak Konya'yi beyliginin merkezi yapti ve Timur adina
Konya, Kayseri, Lârende ve Egridir'de sikke kestirdi. Mehmed Bey daha sonra
Mut, Ermenek, Içel ve Taseli taraflarina hakim olan Süleyman Bey üzerine
yürüyerek bu bölgeleri de idaresi altina aldi.
Osmanli
sehzâdeleri arasinda meydana gelen taht kavgalarindan istifade eden Mehmed Bey,
Osmanli hükümdari Çelebi Sultan Mehmed'in Rumeli'de kardesi Musa Çelebi ile
ugrastigi bir sirada Çelebi Mehmed'in müttefiki olan Germiyan-oglu'nun
arazisine tecavüz ederek Bursa'ya kadar geldi. Sehri tahrip ettikten sonra
kaleyi muhasara etti, ancak Haci Ivaz Pasa'nin müdafaasini kiramadi. Mehmed
Bey, dayisi Yildirim Bâyezid'in kabrini açtirarak ona hakaret ettikten sonra
kale üzerindeki baskisini arttirdi. 30 gün kadar dayanabilen kale sonunda
teslim oldu. Mehmed Çelebi, kardesi Musa Çelebi'yi yenerek onu öldürdükten
sonra Karaman-oglu Mehmed Bey'in Bursa'yi aldigini haber alinca derhal
Anadolu'ya geçti. Karaman-oglu, Osmanli sultaninin Bursa'ya gelmekte oldugunu
duyunca sehri atese vererek Karaman'a döndü (1413).
Çelebi Sultan
Mehmed, Karaman-oglu'na bir ders vermek amaciyla beraberinde Candar-oglu
Isfendiyar Bey ve kuvvetleri oldugu halde, Karaman-oglu'nun iki yildan fazla
isgali altinda kalmis olan Kütahya'yi geri aldi. Buradan Karamanli topraklarina
giren Çelebi Mehmed, daha önce Osmanlilara ait olup Timur tarafindan
Karaman-ogullarina verilmis olan Aksehir, Begsehir ve Otluk-hisari'ni aldiktan
sonra Konya'yi kusatti ise de alamadi. Sonunda Karaman-oglu'nun müracaati ile,
ele geçirilen yerler Osmanlilarda kalmak üzere baris yapildi (1414).
Fakat Karaman-oglu
Mehmed Bey bir süre sonra, Çelebi Sultan Mehmed'in Canik taraflarinda bulundugu
bir sirada Osmanli topraklarina tekrar saldirilara basladi. Çelebi Mehmed, onun
bu hareketini ögrenince Samsun seferinden geri dönerek Konya üzerine yürüdü.
Ancak Ankara'ya geldigi sirada hastalandigi için kendisi sefere devam edemedi.
Anadolu Beylerbegisi Bayezid Pasa, Konya önüne kadar gelerek Mehmed Bey'i
yakaladi. Karaman-oglu Mehmed Bey ve oglu Mustafa Bey Ankara'da bulunan Çelebi
Mehmed'in karargâhina getirildi. Çelebi Sultan Mehmed, sözünde durmamasi sebebi
ile Karaman-oglu'nu siddetle cezalandirdi. Karaman-oglu ise özür dileyerek
yaptigi antlasmayi bir daha bozmayacagina dair söz verdi (1418). Bundan sonra
Mehmed Çelebi hayatta oldugu müddetçe Karaman-oglu'nun hiç bir taarruzu
görülmedi. Bununla birlikte O, Osmanlilardan çekindigi için Memlûklu Sultani
Melik Müeyyed'in himayesine girerek onun adina para bastirdi.
Timur'un
Anadolu'da bulundugu sirada Karaman-oglu Mehmed Bey tarafindan ele geçirilmis
olan Tarsus sehri Ramazan-oglu Ahmed Bey tarafindan alinarak burada Memlûk
Sultani Melik Müeyyed Bey adina hüküm sürüyordu. Karaman-oglu Mehmed Bey
elinden alinmis olan Tarsus'u geri almak için firsat ariyordu. Nitekim O, iki
yil sonra Misir ve Sam emirleri arasindaki anlasmazliktan istifade ederek oglu
Mustafa Bey kumandasinda bir ordu gönderdi ve Tarsus'u geri aldi. Ancak bu
sebeple Memlûklu sultani ile arasi açildi. Memlûklu kuvvetleri kisa bir süre
sonra Tarsus'u geri aldi ise de bu kez Karaman-oglu ile Ramazan-oglu birleserek
Tarsus'a yeniden sahip oldular.
Bu siralarda
Karaman-oglu Mehmed Bey hastalandigi için yerini oglu Mustafa Bey aldi. Ancak
Memlûk sultani bunu kabul etmeyerek beyligin basina Izzeddin Hamza'yi getirdi.
Memlûk sultani ayni zamanda oglu Ibrahim'i güney Anadolu'ya gönderdi. Sam
Valisi Tani Bey Mik'i de Tarsus'un zapti ile görevlendirdi. Bu Memlûk
kuvvetleri Karaman-oglu'nu bozguna ugratarak Adana ve Tarsus'u ellerine
geçirdiler. Memlûklular bu sefer sirasinda Nigde, Konya Eregli'si ve Lârende'ye
kadar gelerek büyük tahribat yaptilar. Bunlar Karamanogullari Beyligi'ni Ali
Bey'e verdiler. Memlûklular karsisinda daglara kaçan Mehmed Bey ise, ordunun
geri çekilmesinden sonra Kayseri'ye saldirdi. Ancak Dulkadir-oglu Nasirüddin
Mehmed Bey'e esir düstü. Mehmed Bey buradan Kahire'ye götürülerek hapsedildi
(Ocak 1422). Oglu Mustafa Bey ise daha önce öldürüldü (1420).
2- Ali Bey
Biraderi
Mehmed Bey zamaninda Nigde emiri olan Ali Bey, Mehmed Bey'in Osmanlilar
karsisinda aldigi yenilgi ile sarsintiya ugramasi üzerine kendisine sultan
ünvani vermisti (1413). Bu sebeple Mehmed Bey ile aralari açilinca Kahire'ye
gitmis (1415), sonra Mehmed Bey'in Memlûk sultanina muhalefeti üzerine
Anadolu'ya sevk edilen ordu ile beraber gelmis ve neticede Memlûk sultani
tarafindan bütün Karaman beyligi kendisine verilmistir (Ocak 1420).
Ali Bey,
Konya hariç geri kalan bütün Karaman arazisine sahip oldu. Öte taraftan
Memlûklu Sultani Melik Müeyyed'in ölümü ve Melik Zahir Seyfeddin Tatar'in
sultanliga geçmesi (1421) üzerine Karaman-oglu Mehmed Bey serbest birakilarak
ülkesine gönderildi. Bu sirada Mehmed Bey'in oglu Ibrahim Bey de Osmanlilarin
yardimiyla Konya ve Lârende'yi eline geçirdi. Ali Bey yine Nigde'ye çekilerek
Memlûklu sultaninin himayesine girdi. Böylece Karaman Beyligi Memlûklu sultanina
tabi olarak ikiye bölünmüs, Ali Bey Nigde'de, Mehmed Bey ise Konya'da hüküm
sürmüstür.
3- Mehmed Bey
(Ikinci Kez)
Memlûklu
Sultani Seyfeddin Tatar'in emriyle affolunan Mehmed Bey, Kibris üzerinden
memleketine geldi ve Konya'da beyligin basina geçti (1421). Memlûklulara tabi
olan Mehmed Bey, bir süre sonra Osmanli devletindeki saltanat degisikliginden
istifade ile Hamid-ogullariyla da isbirligi yaparak Osmanlilarin elinde bulunan
Antalya kalesini ele geçirmeyi plânla-di. Bu ittifakdan haberdar olan Antalya
beyi Hamza Bey, müttefiklerin birlesmesine firsat vermeden Hamid-oglu Osman Bey
üzerine baskin yaparak onu öldürdü. Mehmed Bey ise ogullari Ibrahim, Ali ve Isa
Beylerle beraber gelerek Antalya'yi kusatti. Mehmed Bey kusatmayi yönettigi
sirada kaleden atilan bir gülle parçasinin isabetiyle yaralanarak hayatini
kaybetti. Ogullari Isa ve Ibrahim Bey, babalarinin cesedini alarak Lârende'ye
döndüler (Subat 1423).
4- Ali Bey
(Ikinci Kez)
Agabeyi
Mehmed Bey'in Antalya kusatmasinda öldügünü haber alan Ali Bey, Nigde'den
Konya'ya gelerek hükümdarligini ilân etti. Mehmed Bey'in ogullari Ibrahim ve
Isa Bey ise Osmanli hükümdari II. Murad'in yanina giderek ondan yardim
istediler. Sultan Murad, kizkardesleriyle evli olan bu Karaman beylerini iyi
karsiladi. Isa Bey'e Rumeli'de bir sancak beyligini veren II. Murad, Ibrahim
Bey'e ise bir miktar kuvvet vererek Karaman'a gönderdi. Ibrahim Bey, Murad'in
bu yardimina karsilik, daha önce Osmanlilar'a ait iken Timur tarafindan
Karamanogullari'na verilmis olan Isparta ve Egridir'i Osmanlilar'a geri vermeyi
kabul etti. Osmanli kuvvetleriyle birlikte Konya önlerine gelen Ibrahim Bey,
Ali Bey ile yaptigi mücadele sonunda Konya'yi eline geçirdi. Ali Bey ise eski
baskenti olan Nigde'ye çekildi. Ibrahim Bey, amcasi Ali Bey'e Nigde'nin
yanisira Aksehir'i de dirlik olarak verdi (1424).
5- Ibrahim
Bey
Mehmed Bey'in
büyük oglu olan Ibrahim Bey Osmanlilarin yardimiyla beyligin basina geçtikten
sonra Osmanlilarla olan dostlugunu bozdu. O, Osmanlilara biraktigi Egridir ve
Isparta'yi geri almayi plânliyordu. Ibrahim Bey, Osmanli kuvvetlerinin
Rumeli'de bulundugu bir sirada Beysehri'ni ele geçirerek Isparta'ya kadar
ilerledi. Sultan Murad, Rumeli'deki tehlikeli durumun düzeltilmesinden sonra
Osmanli kuvvetlerini Karaman-ogullari üzerine gönderdi. Bu kuvvetler
Aksehir'den baslayarak Beysehri, Seydisehri ve Saidili gibi yerleri
zabtettiler.
Sarimüddin
(veya Taceddin) Ibrahim Bey Karaman-Memlûklu münasebetlerine de önem veriyordu.
O, Barsbay'a isyan etmis olan Ramazan-oglu Ibrahim Bey'i Kahire'ye gönderdi.
Ancak kuvvetlendikten sonra, Mem-lûklularin kendi üzerindeki nüfuzlarina son
vererek bagimsiz bir siyaset takip etmeye basladi. Onun bu davranisi sonucunda
Memlûklular Emir Sadi Bey'i Tarsus'a gönderip Ibrahim Bey'e karsi kardesi Isa
Bey'i desteklediler. Kardesine karsi mücadele eden Ibrahim Bey onu yenerek
Kahire'ye kaçmasina sebep oldu.
6- Ibrahim
Bey Devrinde Karaman-Osmanli Münasebetleri
Ibrahim Bey
zamani Karamanogullari Beyligi'nin en güçlü devri oldu. Bu devirde
Karamanlilar, Sirp despotu vasitasiyla Osmanlilar aleyhine Macarlarla ittifak
yaptilar. Bu anlasmaya göre Macarlar batidan, Karamanlilar da dogudan Osmanli
topraklarina saldiracaklardi. Ancak Macarlar'i maglup eden II. Murad,
Karaman-ogullarinin en çok güvendigi Varsak asireti üzerine bir kuvvet
göndererek Konya halkini Afyonkarahisar'a sürmeyi düsündü. Ancak Ibrahim Bey,
Osmanlilara bir elçi göndererek baris yapilmasini teklif etti. Almis oldugu
yerleri geri vermek ve bir daha anlasmaya aykiri hareket etmemek sarti ile
baris yapildi (1439).
II. Murad
Karamanlilar ile anlasmasina ragmen, Ibrahim Bey'in Kayseri'yi zabtetmesi
üzerine ona karsi Dulkadir-oglu Nasirüddin Mehmed Bey ile ittifak yapmak
zorunda kaldi. Nitekim bu sirada, Dulkadir-oglu Mehmed Bey de, Kayseri'yi alan
ve Memlûklularla müsterek hareket eden Karaman-oglu'na karsi Osmanlilar'dan
yardim istemek üzere II. Murad'a haber gönderdi (1436). Öte taraftan II. Murad,
Kayseri'den sonra Amasya'ya da hücum eden Ibrahim Bey'e bir ders vermek
amaciyla Dulkadir-oglu Süleyman Bey'e yardimci kuvvet gönderdi. Bu suretle
Dulkadirlilar Kayseri'yi geri aldilar. Osmanlilar'in yaninda bulunan Karaman
ailesinden Isa Bey ise Karaman topraklarina hücum etti, ancak Aksehir'i
aldiktan sonra yapilan muharebede öldürüldü. Ibrahim Bey, bu olaydan sonra,
Memlûklularin da ise karisacaklarini anlayinca Osmanlilar'a sulh teklifinde
bulundu. 1437 yilinda iki taraf arasinda bir baris antlasmasi daha yapildi.
Ibrahim Bey bu tarihten sonra bes-alti sene kadar Osmanlilar aleyhinde hiç bir
faaliyette bulunmadi.
Bununla
beraber Karaman-oglu Ibrahim Bey, Osmanlilarin Macaristan'da yenilmesinden
sonra baslayan Haçli ittifakina da katilmaktan geri durmadi. O, Bizans
imparatoru araciligiyla Macar kralina müracaat ederek onun Rumeli'de harekâta
baslamasini istedi. Haçli ordulari, Semendire'yi alarak Alacahisar, Sehirköy ve
Nis'i yakip yiktilar. Bunlar daha sonra Sofya üzerine yürüdüler. Osmanlilarin
Rumeli'de bulundugu bu sirada Karaman-oglu Ibrahim Bey, damadi Turgut-oglu
Hasan Bey emrinde bir kisim kuvvet göndererek Ankara, Kütahya ve Afyon
illeriyle Bolvadin, Beypazari ve Hamideli yörelerine kadar olan yerleri yakip
yiktirdi. Böylece iki düsman arasinda kalan Osmanlilar, Haçlilara karsi en
kuvvetli birliklerini göndermekle birlikte, Anadolu'da da Karamanogullari üzerine
bir kuvvet sevketmek zorunda kaldilar.
Ibrahim
Bey'in Osmanlilara karsi Haçlilarla ittifak yapmasi müslümanlar tarafindan iyi
karsilanmadi. Sultan II. Murad devrin ileri gelen âlimlerinden de fetva alarak
Karaman-oglu'na karsi kesin bir tavir almaya karar verdi. Haçlilarla 1444
Temmuz'unda yapilan baris antlasmasindan sonra Anadolu'ya geçen II. Murad
Karaman-oglu üzerine bir sefer düzenledi. Çok zor durumda kalan Ibrahim Bey,
yine baris istemek zorunda kaldi. II. Murad, devletinin içinde bulundugu durumu
düsünerek Karamanogullari ile baris yapmayi uygun buldu.
Sultan Murad,
Haçlilarla yapilan 1444 Segedin antlasmasinin bozulduguna dair gelen haberler
üzerine Ibrahim Bey ile, çok agir sartlari ihtiva eden bir yemin ve ahidnâme
alarak anlasti. Buna göre Ibrahim Bey, oglunu ve kuvvetlerini istendigi zaman
Osmanlilar hizmetine göndermeyi kabul ediyordu.
Karaman-oglu
Ibrahim Bey bu ahidnâmeye sadik kalarak Varna muharebesinde (1444) ve II.
Kosova Savasi'nda (1448) Osmanlilara yardimci kuvvetler gönderdi.
Ibrahim Bey,
bu sirada Kibrislilar'in elinde olan Gorigos kalesini ele geçirdi (1448). Bunun
üzerine Rodoslular Memlûk Sultani Melikü'z-zâhir Çakmak'a müracaat ettiler.
Karaman-oglu
Ibrahim Bey II. Murad'in ölümünden sonra tekrar Osmanlilar aleyhine faaliyetlere
basladi. O, 1451 yilinda Germiyan, Aydin ve Menteseogullari'ndan olduklarini
ileri süren bazi kimseleri memleketlerini almak üzere gönderdi. Bunun üzerine
Sultan II. Mehmed Anadolu beylerbeyi Ishak Pasa'yi Anadolu'ya sevkettikten
sonra kendisi de Karaman-oglu üzerine yürüdü. Ibrahim Bey Fatih Sultan Mehmed
karsisinda da zor durumda kaldigini anlayinca baris teklifinde bulundu.
Beysehir, Seydisehir ve Kirsehir Osmanlilar'a verilmek ve sefer sirasinda asker
göndermek sarti ile baris yapildi. Bununla beraber Ibrahim Bey, Istanbul'un
fethinin hazirliklari sirasinda Konya'ya gelen Venedik elçisi ile Osmanlilar'a
karsi bir ticaret antlasmasi imzaladi.
Karaman-oglu
Ibrahim Bey, 1456'da Memlûk topraklarina hücum ederek Tarsus, Adana ve Külek
taraflarini almak istedi. Onun bu davranisi üzerine harekete geçen Memlûklular,
Emir Hoskadem Nasirî'yi Karaman-ili'ne gönderdi. Ibrahim Bey Memlûklu
kuvvetlerinin geldigini görünce önce Memlûklular'a, sonra da Osmanlilar'a
yaklasmak zorunda kaldi. Bundan sonra yaptigi anlasmalara vefatina kadar sadik
kalan Ibrahim Bey, Fatih'in Kastamonu ve Trabzon seferlerine oglu kumandasinda
yardimci kuvvet gönderdi. O, Isfendiyar-oglu Kizil Ahmed'in siginma istegini de
kabul etmedi.
Yaklasik 40
yil kadar Karaman-ogullari beyliginin basinda kalan Ibrahim Bey'in son
zamanlari üzüntü içerisinde geçti. Daha sagliginda ogullari arasinda miras
kavgalari basladi. Ibrahim Bey ise, Içel valisi olan büyük oglu Ishak Bey'i
veliaht tayin etmisti. Ishak Bey, babasi ölmeden önce idareyi eline aldi ise de
kardesleri bunu kabul etmedi. Nitekim babasinin hastaliginin agirlastigi bir
sirada Pir Ahmed, Konya ileri gelenleri ile anlasarak hükümdarligini iâan etti.
Bunun üzerine Ibrahim Bey, oglu Ishak Bey ile birlikte Gevele kalesine sigindi
ve çok geçmeden burada vefat etti (1464). Naasi Lârende'ye götürülerek orada
yaptirmis oldugu imaret medresesine bitisik olan türbesine defnedildi.
Ibrahim
Bey'in ölümünden sonra ogullari Ishak Bey, Pir Ahmed, Kasim, Karaman, Alâaddin,
Süleyman, Nûre Sufi ve Mehmed birbirleriyle mücadeleye basladilar.
7- Ishak Bey
Ishak Bey
babasinin ölümünden sonra hükümdar olmussa da Silifke'den devlet baskenti
Konya'ya gelemedi. Çünkü, kardesi Pir Ahmed daha babasinin sagliginda Konya'yi
ele geçirmis ve burada beyligini ilân etmisti. Böylece Karamanogullari beyligi
ikiye ayrilmis oldu. Ishak Bey, Pir Ahmed Bey'e karsi kendisine yardimci olur
ümidiyle Memlûklu sultanina tâbi olmak istediyse de, hiç bir askerî yardim
alamadi. Kardesi Pir Ahmed'e karsi yalniz basina mücadele edemeyecegini anlayinca
ailesini Silifke'de birakarak Akkoyunlu Uzun Hasan'in yanina giderek ondan
yardim istedi. Uzun Hasan'dan aldigi yardimci kuvvetler ile ülkesine dönen
Ishak Bey kardesi Pir Ahmed'i yenerek Konya'yi eline geçirdi. Pir Ahmed ise
ülkesini terk ederek Fatih Sultan Mehmed'in yanina gitti.
Akkoyunlularin
destegi ile Karaman topraklarina hakim olan Ishak Bey Memlûk sultani adina
hutbe okutmasina ragmen, Osmanlilarla da anlasma yollarini aradi. Dayisi
Fatih'e siginmis olan Pir Ahmed, Karaman beyligi topraklarindan bazi yerleri
terketmek suretiyle padisahtan yardim sözü aldi. Öte taraftan Ishak Bey de
Fatih'e müracaat ederek Aksehir, Beysehir ve çevresini Osmanlilara verecegini
bildirerek anlasma yapmak istedi. Ancak Fatih Sultan Mehmed, bu yerlerin zaten
daha önce Osmanlilar'in elinde oldugunu söyleyerek Ishak Bey'in baris teklifini
kabul etmedi. Fatih, Çarsamba suyunu sinir kabul eden eski antlasmalarin
tatbikini istedi. Ishak Bey Fatih Sultan Mehmed ile anlasamayinca iki taraf
kuvvetleri Ermenek civarinda karsilasmak zorunda kaldilar. Ishak Bey bu savasta
maglup olup ailesinin siginmis oldugu Silifke kalesi hariç, bütün
Karaman-ili'ni kaybederek hazinesi ile birlikte Diyarbakir'da Uzun Hasan'in
yanina çekildi. Kisa bir süre sonra da burada vefat etti (Eylül 1466).
8- Pir Ahmed
Fatih Sultan
Mehmed'in yardimi ile Karaman tahtina geçen Pir Ahmed kendisine yapilmis olan
yardima karsilik Aksehir, Beysehir, Siklan hisari, Ilgin ve çevrelerini
Osmanlilar'a verdi. Bundan sonra Pir Ahmed bir kaç yil Osmanli devletinin himayesinde
hükümdarlik yapti. Ancak bu kez kardesi Kasim Bey, ona karsi harekete geçti.
Pir Ahmed, Osmanlilar'in da yardimiyla Ermenek civarinda Kasim Bey'i yendi.
Durumunu saglamlastiran Pir Ahmed, bir süre sonra Osmanlilar'in batida
yaptiklari savaslardan istifade ederek, Osmanlilara terketmis oldugu yerleri
geri almak için faaliyetlere basladi (1466). Fatih Sultan Mehmed, Pir Ahmed
Bey'in bu hareketi üzerine ordusuyla Karaman topraklarina girdi. Pir Ahmed
Fatih'in gelmesi üzerine Konya'yi birakarak Lârende'ye kaçti. Veziriazam Mahmud
Pasa onu takip ederek yenilgiye ugratinca bu kez Tarsus'a kaçmak zorunda kaldi.
Böylece Konya'yi eline geçiren Fatih Sultan Mehmed, buranin idaresini oglu
Sehzâde Mustafa'ya verdi.
Lârende'ye
çekilen Pir Ahmed mücadeleden usanmadi. O, kardesi Kasim bey ile barisarak
birlikte Osmanlilar'in kontrolündeki Konya üzerine yürüdü. Ancak Osmanli emiri
Ishak Pasa karsisinda yenilerek kaçmak zorunda kalan Pir Ahmed yardim saglamak
amaciyla Uzun Hasan'in yanina gitti. Kardesi Kasim Bey ise daglik bölgelere
çekilerek Pir Ahmed'in getirecegi yardimi beklemeye basladi (1469-1470). Öte
taraftan bu siralarda Karaman'a gönderilen Gedik Ahmed Pasa buradan güneye
inerek Alâiye ve Silifke'yi ele geçirdi. O, daha sonra Karamanli ailesinin
bulundugu Mokan (Minan) kalesini de aldi.
Akkoyunlu
hükümdari Uzun Hasan'in yanina giden Pir Ahmed, buradan kalabalik bir kuvvet
alarak geriye döndü. Bu sirada Içel'de bulunan Gedik Ahmed Pasa derhal Konya'ya
geldi. Akkoyunlu ordusu önce Tokat'a gelip savunmasiz sehri yakip yikti (1472).
Bu ordu daha sonra Kayseri'den baslayarak Karaman, Hamid-ili ve çevresini ele
geçirdi. Yusufca Mirza emrindeki Akkoyunlu ordusu ile birlikte hareket eden Pir
Ahmed ve Kasim Bey Lârende'yi aldiktan sonra Konya'yi da ele geçirmek istedilerse
de Konya halki Osmanlilar'a sadik kalarak sehri savundu. Bu yüzden Konya'yi ele
geçiremeyen ordu Aksehir'e geldi. Bolvadin'den geçerek Beysehir civarinda
Sehzâde Mustafa kuvvetleriyle karsilasti. Burada iki taraf arasinda meydana
gelen savasta Akkoyunlular yenilgiye ugradi ve Yusufca Mirza esir alindi. Pir
Ahmed Bey ise tekrar Uzun Hasan'in yanina kaçmayi basardi. Kasim Bey de Içel'e
çekilerek Silifke'de hüküm sürdü.
Fatih Sultan
Mehmed, Akkoyunlu hükümdarinin Karamanogullari'na devamli surette yardim etmesi
dolayisiyla bu devlete karsi bir sefer yapmak zorunda kaldi. Osmanlilar'la
Akkoyunlular'in 1473 yilinda yaptiklari Otlukbeli savasinda Uzun Hasan
yenilgiye ugrayinca Karaman-ogullarinin ümitleri kirildi. Otlukbeli
yenilgisinden sonra Pir Ahmed Bey Uzun Hasan'la birlikte kaçti. O, daha sonra
Içel'de bulunan kardesi Kasim Bey'in yanina gelerek tekrar Osmanlilar'a karsi
harekâta basladi. Pir Ahmed Silifke'den ayrilip Ermenek'e giderek Yellitepe'de
karargâhini kurdu. Gedik Ahmed Pasa Pir Ahmed'e baris önerisi ile ansizin
Yellitepe'ye baskin yapti. Pir Ahmed saklandigi için yakalanamadi. Bununla
birlikte Gedik Ahmed Pasa, Ermenek ve Minan kalelerini elegeçirdi. Pir Ahmed
önce Tarsus'a, oradan da tekrar Uzun Hasan'in yanina gitti. Uzun Hasan, Bayburt
sehrini Pir Ahmed'e dirlik olarak verdi. Pir Ahmed burada ikamet etmekte iken
1474 yilinda öldü.
9- Son
Karamanli Beyi Kasim ve Osmanlilar'in Karamanogullari Beyligi'ne Son Vermesi
Kardesi Pir
Ahmed'in ölümünden sonra Karaman-ogullarinin basinda Kasim Bey yalniz kaldi. Bu
sirada, gerek Uzun Hasan'in gerek Karaman-ogullarinin müttefiki olan Venedik,
Papa ve Napoli devletlerinin donanmalari Midilli adasiyla Izmir ve Antalya'yi
isgal ettikten sonra Silifke'ye kadar geldiler ve burasini alarak Kasim Bey'e
verdiler. Ancak Pir Ahmed Bey'in yönetimindeki yerleri alan Gedik Ahmed Pasa,
Kasim Bey'in hakim oldugu Içel'i de ele geçirdi (1474). Yine bu siralarda Konya
valisi olan sehzâde Mustafa, Karamanogullari'nin elinde bulunan Develi
Karahisar'i baris yoluyla aldi. Böylece Karaman-ogullari'nin bütün sehir ve
kaleleri Osmanlilarin eline geçmis oldu (1475).
Ancak,
Fatih'in ölümünden sonra (1481) hükümdar olan II. Bayezid ile kardesi Cem
Sultan arasindaki saltanat kavgasi sirasinda yeniden ortaya çikan Kasim Bey,
daha önce Konya valiliginde bulunmus olan Cem Sultan'la anlasarak Içel
çevresinde bir süre kaldiktan sonra, Karaman Beyligi'ne yeniden hakim olmaya
çalisti. Hatta bir ara basarili oldu ise de Cem'in Misir'a kaçmasiyla yalniz
kaldi.. Kasim Bey, çok geçmeden Cem'i Anadolu'ya davet etti, bunun üzerine Cem
Sultan Anadolu'ya gelerek Kasim Bey ile birlikte hareket etti. Ancak bir süre
sonra Cem Sultan'in Rodos sövalyelerinin yanina gitmesi üzerine yalniz kalan
Kasim Bey, Osmanli padisahi II. Bayezid'e müracaat ederek affedilmesini istedi.
Padisah da onu affederek kendisine tabi olmasi sarti ile Içel'de beylik
sürmesine izin verdi. O da ölümüne kadar (1493) beyliginin basinda kaldi.
Kasim Bey'in
ölümü üzerine, Karamanli beyleri Karaman-oglu'nun kizindan dogan Turgut-oglu
Mahmud Bey'i Kasim Bey'in yerine atamasini sultandan istediler. Bayezid,
Karamanlilarin bu istegini de kabul etti. Ancak Turgut-oglu Mahmud Bey,
Osmanlilarla Memlûklular arasindaki savasta Memlûklular'i tutunca azlolundu ve
üzerine kuvvetler gönderildi. Bunun üzerine Mahmud Bey Haleb'e kaçti (1497).
Böylece Karaman-ogullari sülâlesinden kimse kalmadi. Osmanlilar beyligin
ortadan kalkmasindan sonra burasini Karaman merkez olmak üzere bir eyalet
haline getirdi.
Görüldügü
gibi Karamanogullar'i Beyligi Anadolu beylikleri içerisinde en uzun ömürlü ve
en güçlü beyliklerden birisi olmustur. Beyligin ilk merkezi Ermenek olmus, daha
sonra sirasiyla Lârende (Karaman), Konya, kisa bir süre de Nigde ve Silifke
beylik merkezi olmustur. Karamanlilarin devlet idare sekli Türkiye Selçuklulari
devlet teskilâtina benzemekte idi. Beylik aile fertleri tarafindan seçilen Ulu
bey tarafindan idare edilir, ailenin diger üyeleri ülkenin çesitli yerlerinde valilik
yapmak suretiyle yönetime katilirdi.
Divan
teskilatinin da mevcut oldugu bilinen Karaman beylerinin nevbet denilen davul,
nakkare ve nefirden meydana gelen bir çesit mehter takimlari vardi.
Karamanogullari
Beyligi'nde ordu beyligin esasini teskil ediyordu. Düzenli ordu yaninda bazi
boy ve oymaklarin da gerektigi zaman Karamanlilarin hizmetine girdikleri
bilinmektedir. Karaman ordusunun sayisi için el-Ömerî 25 bin atli, 25 bin
piyade; Baybars Tarihi 20 bin atli, 30 bin piyade gibi rakamlar vermektedirler.
Sikarî ise, Gorigos seferi esnasinda Karaman ordusunun 40 bin kadar oldugunu
yazmaktadir. Bu rakam Ibrahim Bey devrinde ise ihtiyatlari ile birlikte 60 bine
kadar çikmaktadir.
II-
KARAMANOGULLARI DEVRINDE IMAR FAALIYETLERI
Osmanlilar'dan
sonra en kudretli ve uzun ömürlü Türkmen beyligi olan Karamanogullari mimarisi
Selçuklu üslûp ve geleneginin bir devami seklindedir. Karamanogullari'nin
yapmis olduklari eserlerden günümüze kadar gelenler sunlardir. Aksaray'da Ulu
Camii (1431) ve Zinciriye Medresesi (1336); Konya'da Haci Ebubekir tarafindan
yaptirilmis olan Iplikçi Camii (1332); Ermenek'te Emir Musa Bey'in 1339'da
yaptirmis oldugu Tol Medrese; Karaman'da Sultan I. Murad'in kizi ve
Karaman-oglu Alâaddin Bey'in hanimi Nefîse Sultan'in 1382'de yaptirdigi Hatuniye
Medresesi; II. Ibrahim Bey tarafindan yaptirilmis olan Ibrahim Bey Imareti
(1433), Karamanli Emiri Haci Bey tarafindan insa ettirilen Haci Beyler Camii
(1358) ve Mevlâna Celâleddin-i Rumî'nin annesi Mümine Hatun adina Karaman-oglu
Alâaddin Bey tarafindan 1370 yilinda insa ettirilen Maderi Mevlânâ Camii;
Nigde'de Ali Bey'in yaptirmis oldugu Ak Medrese (1409); Ürgüp'te 1350'de
yaptirilan Taskin Pasa Camii; Mut'ta Karaman-oglu Alâaddin Bey'in emirlerinden
Lal Aga tarafindan insa ettirilen Lal Aga Camii Karamanogullari mimarisinin en
canli örneklerindendir. Bunlarin disinda Konya'da, Kur'an ögrenmek ve namaz
kilmak için yaptirilmis olan Hasbey Dârülhüffâz'i (1421) ile Nasuh Bey
Dârülhüffâz'i da Karamanogullari devrinden günümüze kadar kalmistir. Yine Karaman'da
bulunan Alâaddin Bey Kümbedi de bu devrin önemli eserlerindendir.
Selçuklu çini
sanati gelenegi beylikler devrinde de devam etmis ve Karamanogullari'nin yapmis
olduklari Karaman Hatuniye Medresesi, Konya Hasbey Dârülhüffâz'i ve Ermenek Tol
Medrese türbesinde mozayik çini örnekleri kullanilmistir.
Karamanogullari
devrinde Konya önemli bir ticaret sehri idi. Iç Anadolu'nun ticaret
merkezlerinden birisi olan ve dogu-bati, kuzey-güney ticaret yolu üzerinde
bulunan Konya'da Sivas ve Kayseri'den getirilen mallar alinip satilirdi.
Bulgaristan Türkleri
Bulgaristan'daki Türkler, Osmanlı Devleti döneminden itibaren Bulgaristan'a göç eden Türkler oluşturmaktadır. Bulgaristan'daki Türkler, Oğuzların ve Kumanların soyundan gelmektedirler. Oğuz Türkleri, Anadolu üzerinden ve çoklukla Osmanlı devrinde o bölgeye geçen Türklerdir. Jivkov rejiminin çöküşünden sonra yeni kurulan Bulgaristan hükûmeti 29 Aralık 1989'da Bulgaristan'daki Türklerin Türkçe adlarını alma özgürlüğünü, ibadeti yapma özgürlüğünü ve Türkçe konuşma hakkını tanımıştır.
Bulgaristan'daki Türklerin tamamına yakını Müslümandır, bunlar aynı Anadolu'da olduğu gibi Alevi ve Sünni olarak ayrılırlar. Sünniler tarikat tutmazlar, Aleviler ise çok sayıda ocak ve tarikata dağılmışlardır. Resmî rakamlara göre Türk nüfus içinde Alevilerin oranı gayri resmi rakamlara göre %18-20 arası, resmi rakamlara göre %13'tür.
Nüfus
Bulgaristan'da, başta Filibe, Kırcaali, Razgrad, Şumnu, Eski Cuma, Silistre, Dobriç, Burgaz ve Rusçuk şehirleri olmak üzere birçok yerleşim bölgesinde Türkler yaşamaktadırlar. Bulgaristan demografik durumu itibariyle en son 2001 yapılan etnik sayım üzerinden bugüne 10 yıl geçmiş bulunmaktadır. Bu geçen süre içerisinde Bulgaristan nüfusu genel olarak düşmüş, Avrupa Birliğine girilmesi sebebiyle ülkede yaşayan Bulgar, Türk, Pomak, Roman gibi toplumların Avrupa'ya göçü olmuştur, ayrıca ülkeye 1989 sürgünüyle Türkiye'ye gitmek zorunda kalan Türklerin Bulgaristan vatandaşlık haklarını almalarıyla gelen Türk göçü nüfus düşüşünü bir ölçüde frenlemiştir. Ülkedeki etnik Bulgar nüfus yaşlanmış olmakta ve nüfus artışı % -0.5 % - 0 arasında seyretmekte, Türk nüfusu ise gelen göç ve nüfus artışıyla yükselmektedir oransal olarak % 0.5 - % 1. Ayrıca ülkede yaşayan Roman azınlığın nüfus artış hızı Bulgar ve Türk nüfusundan daha yüksek olduğu bilinmektedir.
Deliorman ve Dobruca Türklerinin kökeni Celali Ayaklanmalarından sonra gerçekleşen büyük Türkmen sürgününe dayanır.16.yy'ın başından itibaren Celali ayaklanmasının çıktığı Tokat, Yozgat, Sivas, Kırşehir, Maraş, Adana, Toros dağlarındaki Türkmenlerden ve Mersin, Karaman civarından Deliorman ve Dobruca'ya yoğun bir Türkmen göçü(sürgün-iskan) olmuştur.Fakat bu Türkmenler Deliorman'a geldiklerinde Sarı Saltuk'la birlikte gelen Türklerle ve Kıpçak-Peçenek halkla karşılaşmışlar ve onlarla karışmışlardır, işte Deliorman'da ve Dobruca'da kullanılan Türkçe özellikle bu Orta Anadolu Türkmen ağızları ve Kıpçak şivesinin izlerini taşıyan bir ağızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder